Şunun mutlakâ farkındayızdır: Ermeni gazeteci Hrant Dink’in İstanbul’da vurulup öldürülmesinden sonra, folklorumuzun ünlü Sarı Gelin türküsü dillere düşmüştür. Bunun sebebiyse, Türkü’nün Ermenilere mal edilmesiyle
ölen Gazete’cinin bunu çok sevmiş olmasıdır. Hrant Dink’in ölümünü ve bunun şeklini genellikle telin ediyoruz ya, işte şimdi Dink’e bir saygı ve jest olarak bu çerçevede Sarı Gelin’i de dinlemekteyiz!
Pekiyi gerçekten böyle midir? Yâni bu son derecede içli ve güzel türkü Ermenilerin midir? Böyle amatörce yazmaya başladığımız ilk yıllarda, Ermenilerle müziğimizin de konu edildiği eski bir yazımız daha vardır. Ermeniler, Türk müziğine o derecede âşinâ ve yakın olmuşlardır ki, bu tür söylemleri duymamız hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Mâmâfih bu yönde ciddî bâzı iddiâlar da bulunmaktadır. Şu var ki, bu tür iddiâların aynı ciddiyette başka ve karşı varyasyonları da söylenmiştir. Şimdi, konu çevresinde şöyle bir dolanalım bakalım. …ve de Türkü’nün güftesiyle başlayalım: Erzurum çarşı, pazar; içinde bir kız gezer… Türkü, işte böyle ve bu sözlerle başlayıp gider. Güfte Erzurum’la başlayınca, hâliyle Türkü ve Erzurum arasında bir ilgi kurmak mümkün olmaktadır. Nitekim bir iddiâya göre, Gelin sarışın bir Ermeni kızıdır. Erzurumlu bir Dadaş ise bu güzel kıza âşık olmuştur. Söz ve müzik bu Dadaş’ındırlar. Türkü, tam da Türk-Ermeni olaylarının geçtiği dönemde, yâni 1915 sıraları ortaya çıkmıştır.
Başka bir iddiâdaysa, sarı sözü Ermenice’de “dağlı” demek olur, deniyor. Buna göre, Sarı Gelin de “Dağlı Gelin” demek oluyormuş! Yâni, güfte ve bestesi Ermenilerindir.
Öte yandan, Türkü’yü bizim Azerîler de sâhipleniyorlar. Azerbaycan’ın Ankara büyük elçisi, Ermenice’de sarı ve gelin diye söz yoktur, diyor. Biz bu Türkü’yü iki-üçyüz yıldır söyleriz, diye de ekliyor.
Son iddiâ ve Türkü’nün son öyküsü daha da ilgi çekicidir: Burada, Avrupalıların “Türk ırkının en güzel soyu” dedikleri beyaz tenli, kumral ve mâvi gözlü Kıpçaklar devreye giriyorlar. Kıpçakların kendilerine verdikleri Kıpçak ismi, bütün Türkler arasında kâbul görüyor. Ancak, bunlar dünyâda Bizans’ın ağzıyla Kuman veyâ Koman olarak tanınıyorlar. Bu ise, sözün tam anlamıyla kumral veyâ sarışın demektir. …veyâ da bu ikisi arasındaki bir renk. Aynı soya Almanlar Falben, Macarlar Kun, Ruslar Polovets, Ermeniler’se Xartes diyorlar ki, bunların da hepsi sarışın-kumral demektir.
1080’den sonra bir Selçuklu ülkesi olan Çoruh ve Kür ırmakları (Ahıska, Ardahan, Arnanuç, Artvin ve Göle) dolayları, 1124’te bu defâ Kıpçakların eline geçiyor. Burada birlikte oldukları Gürcüler gibi de Ortodoks Hıristiyan olan Kıpçaklar, kısmen Gürcülere karışarak hâlâ da orada yaşıyorlar.
İşte bu bölgenin şöyle bir efsânesi, Azerî şâir Hüseyin Câvit’in “Şeyh San’an”ı gibi edebî bir takım eserlere de konu oluyor: Çoruh ve Kür ırmakları çevresinde oturan bu Hıristiyan Gürcü-Kıpçakların bir beyleri vardır. Arap bir şeyh olan San’an da, Arabistan’dan kalkıp buralara İslâmı tanıtıp-yaymaya geliyor. Misyoner, bu sırada Beyin sarışın ve güzel kızını görmüştür ki, hay görmez olaymış! Arap’ın feleği şaşıyor! İslamı bir yana bırakıp, kendisi neredeyse bir Hıristiyan gibi yaşamaya başlıyor. Ancak, yedi yıl sonra Humar’ı iknâ edip İslâma sokuyor. Bundan sonra, Arap’la Humar birlikte kaçmaya karar veriyorlar. Kaçıyorlar fakat baba Kıral peşlerine adam salıyor. Efsâne bu ya, askerler yetişince yer yarılıyor, Arap’la Humar’ı da içine çekiyor! Bir de buradan sıcak sular kaynıyor. Kızının âkıbetine üzülen baba Kıral da, tam bu suyun üstüne bir kilise yaptırıyor. Kıpçak güzeli Humar Hatun, bundan sonra “Sarı Gelin” olarak anılıyor. Efsânesi okunup, türküleri söyleniyor. Bugün dinlediğimiz türkü oluyor.
Bu olaydan kaynaklanan efsâneler, Erzurum ve Kars muhitinde hâlâ daha anlatılmaktadırlar. Türkler arasında yaşayıp, kuşkusuz Türk kültüründen etkilenen bölge Ermenilerinin, bu hikâyeyi ve onun melodisini benimseyerek, Sarı Gelin türküsüne sâhip çıktıkları da güçlü bir ihtimâl olarak görülmektedir.
Sarı Gelin türküsü, bugün Anadolu Türkleri, Azerîler ve Ermeniler (sözün aslı Ermenî’dir; yâni “i” değil uzun söylenen “î”dir) arasında paylaşılamamaktadır. Yârın araya Gürcüler de karışırlarsa buna hiç şaşmayalım! Sonuçta onlar da bölgenin uluslarından biridirler ya. Hattâ, Kıpçakların Gürcülere karıştıkları da düşünülürse…
Uluslar arası anlaşmazlıklar, keşki hep böyle folklorik veyâ kültürel konularda olsaydılar! Bir anlaşmaya varılamasa bile, sonuçta ortada güzel bir çekişme vardır.
Pekiyi, kimdir bu güzel Türkler ve şimdi nerede yaşıyorlar, değil mi? Kıpçakların ana vatanları, Karadeniz kuzeyinde ve içinde Kırım’ın da bulunduğu şimdiki kısmen Rus ve Ukrain topraklarıdır. Şu var ki, bu bölgeyle sınırlı kalmayıp, doğu ve batı yönlerinde çevreye de yayılmışlardır.
Bugün Kırım Türkü, Tatar veyâ Kırım Tatarı ve hattâ Nogay dediklerimiz, Kıpçaklarla üstlerine gelen Moğollarının karışımı bir toplumdur. Bu karışımda, kimi birlikte yaşayıp komşu, kimi de aralarında evlenerek melez akrabâlar olmuşlardır. Moğollarla karışanlar derece-derece, diğerleriyse safkan Kıpçaktırlar! Kıpçakların, bundan başka hemen bütün Balkan ve Kafkas uluslarıyla Mısırlılara karışmış oldukları bilinmektedir.
Öte yandan, bâzı Pomaklar kendilerini Kuman-Kıpçaklardan saymak isterlerse de, bu iddiâları yanlıştır. Onlar, Trakların günümüze uzantılarıdırlar ki, Trakya’da Bulgar ve Rum toplumlarına karışmışlardır.