Her hayal kırıklığında olduğu gibi “ temsile neden böyle yaklaşmış” sorusunu sorduran Gölgeler ve Suretler’e, zayıflığı bir nebze olsun detaylarda elenen Dünya İstilası’na ve 2011’de izlemesi bir yandan şaşırtıcı beri yandan da vaka-i adiye sayılacak Limit Yok’a biraz daha yakından bakalım.
GÖLGELER VE SURETLER: Derviş Zaim, Gölgeler ve Suretler ile sinemamızın tanıdık imajlarının dışına taşmayı his aktarımı bazında bir nebze olsun başarmış ancak filmini kötü bir Avrupa filmi kıstaslarından da kopartamamış. Yer yer içtimai nabız diri tutulduğu halde, içi boş sürgit içkinci bakış açısı çoğu zaman büyük fotoğrafın yetkinliğini baltalayıcı nitelikte seyrediyor. Üstüne üstlük Zaim bu son işine Eflatun’un bakış açısının izinden giderek yaklaşmamızı istiyor. Fakat süreceğimiz iz ile gölge oyununun nüveleri birleştirilince dibinde tortu bırakan bir sinema anlayışının göze çarpmaması zor. Bunun en önemli sebebi Zaim’in başka felsefi metaforların peşinden giderken ide-gölge bağlantısını kurmak istememesi ve fikir jimnastiğinin uç noktalarında efor sarf ederken, ayakları en fazla yere basması gereken hikayesinde, yarattığı karakterleri olması gereken gri tonlarından adım adım klasik sulara çekmesi. Bunu yaparken ilk olarak insanları gerçekliklerinden uzaklaştırarak örnekse öteki kavramını “tanıdık öteki” ye dönüştürerek yalınlığı yüzeyselliğe, meseleye Rum tarafından bakışı da lokal bir fotoğrafa çevirmiş. Drama yükü yüksek sahnelerde bu sebepten hareketle amatörce bir performans sergilerken, ne kafamızı kurcalayan imgelerin görünen ve gölge düşüren tepkileriyle ilgilenmiş ne de kayboluş hikayesi, gölgenin kavuşturduğu insan teması, batıllık ve korkudan beslenmeyen karabasan figürlerini bir ortak paydada buluşturmayı layıkıyla yerine getirebilmiş. Derviş Zaim ekseriyetle, tıpkı bazı Reha Erdem filmlerinde de göze çarptığı üzere “Sanatı tamamıyla gizleyen sanat lazımdır” düsturunu eksik tefekkürle ele alıyor. Mesela Gölgeler ve Suretler’in sekans geçişlerindeki espri böyle realist bir filmin tonuna hilafken önce ayırt ediciliğe sonra da alelade bir politikaya dönüşüyor. Bu da hikaye anlatmayı çok iyi bilen bir yönetmenin belki de en gönül verdiği çalışmasının en sıradan filmine dönüşmesinin zahiri açmazlarından bir diğeri.
DÜNYA İSTİLASI: LOS ANGELES SAVAŞI: Hareket noktasının uyandırdığı intibadan bağımsız olarak, özellikle oyuncu seçimi ve görsel efektlere olan yaklaşımı bakımından B filmi kalıplarına riayet eden Dünya İstilası bu gibi filmlerin asli özelliklerinden alt metin ve alegori kavramlarına ihtiyaç duymayıp, bu tip öğeleri aksiyonla açık ederek şaşırtıcı bir düzleme oturuyor. Yitik bir kahramanın emir altında, edilgen bir şekilde iade-i itibar peşinde koşturmasını izlerken, mücadelenin karşında ilk kez bu denli göğüs göğüse çarpışmaya cesareti olan yabancılarla burun buruna geliyoruz. Filmin öncüllerinden farkı bununla sınırlı değil. Topyekun savaşı, ikisi aynı kapıya çıkmayacak şekilde topyekun müdafaaya militarist dozu arttırarak tahvil ediyor ve istilayı zamanı bilinmeyen ama vakur biçimde beklenen bir hadise olarak yansıtıyor. Ve fakat safları belirlerken, bilinçli olup olmadığını kestiremesek de, istilacıları ABD ve gündemdeki koalisyon güçleri; mekanı da Irak, Afganistan, Vietnam, Somali , Libya olarak okumamıza elverişli birçok işaret serpiştirilmiş. Tabii bu damarın filmlerinin olmazsa olmaz jargonu, askerler canla başla mücadele ederken siviller yalnızca itaat ederse özgürlüğe leke sürülmez, yerli yerinde o ayrı. Jonathan Liebasman’ın Darkness Falls ve The Texas Chainsaw Massacre: Beginning’teki yönetmenlik düzeyini, mesleğine bakış açısını değiştirmeden bir iki küçük adım ileri götürmesi de dikkat çekici.
Limit Yok: Freud, tembelliğin başaramama korkusu olduğundan bahseder. Limit Yok, başlarında bu sözden haberdar gibi davranıyor, ileride ise hikayeyi Temel Reis alegorisi bir Amerikan rüyasına dönüştürüyor. Marifet iltifata tabiidir sözünü, hile ile muhteris senatöre kırdırmayı başaran bu filmin yakın akrabası, kısa zaman önce izlediğimiz Kader Ajanları olabilir. Hattı zatında burada da Kader Ajanları’nda olduğu gibi ABD Başkanlığı’na baş koyan bir adamın legal/illegal tüm basamaklardan alnının akıyla yararlandığını ve hesap verme zamanı geldiğinde bükemeyeceği bilek olmadığını görüyoruz. Kullanmayı kesince öldüren devam ettikçe ise güçlendiren ilacın, emperyalist politikaları mı temsil ettiği ise bilinmez.
Ahmet Can YILDIZ
ahmetcanyldz@yahoo.com