Edirne Belediyesi eski Başkanlarından Güngör Mazlum’un bir makâlesini okuduk. Başkan, beş-on gün önceki bu yazısında, Edirneli Koman âilesinin dedeleri Mehmet Şeref Aykut’tan bahsediyordu. Yazının bir yerindeki şu ifâde dikkatimizi çekmişti: “Osmanlı kurucusu Evlâd-ı Fâtihan sülâlesinden… Bu, elbette ki M.Ş. Aykut için söylenmişti. Evlâd-ı Fâtihan, târihimizin gerçekten ilgi çekici bir konusudur. Eski bir yazımızda, dolaylı olarak şöyle bir anıp-geçtiğimiz konuyu bugün biraz daha açmak istiyoruz.
Osmanlılar henüz Anadolu’da yaşarlarken defâlarca Rumeli’ye geçmişler ama, bir süre sonra gene Anadolu’ya dönmüşlerdir. Geçişlerin çoğu birer mâcerâdan ibârettirler. Bir kaçı da Bizans’ın yardım isteyen çağrısıyla gerçekleşmişlerdir. Taa ki ondokuza kadar! Uzmanların üzerinde anlaşamadıkları bir târihte, Osmanlılar, ondokuzuncu ve son defâ olarak Rumeli’ne ayak basmışlardır. Geriye dönüşü olmayan bu son çıkışın, Edirne’nin fethi târihinden (1361) üç-beş yıl önce yaşandığına hiç bir kuşku bulunmamaktadır.
Rumeli’nde kalıcı olacak ondokuzuncu geçişten sonra ve de hemen, yeni bir vatan tutulmak üzere, bölük-bölük Yörükler taşınmışlardır. Yerleştikleri bölgelerde, daha sonra altı öbeğe ayrılacak Yörükler, Rumeli’nin Türklerce iskânı için sayıca yeterli olmamışlardır. Anadolu’dan daha fazla Yörük taşınmasıysa, yerli Rum halk karşısında Ora’da Türkleri iyice azınlığa düşüreceğinden, sakıncalı görülecektir. İşte bu noktada, Kuzey’in Türkleri hatıra gelmişlerdir. Bu politika uyarınca, Kırım ve dolaylarının Tatar nüfusundan bir kıs- mı Rumeli’ne göçürülmüşlerdir. Rumeli’nde Tatarlar da dört öbeğe ayrılmışlardır. Her iki öbeğin ayrılıp-adlandırılmalarıyla birbirlerine bağlanmaları şöyle gerçekleşecektir: Kocacık Yörükleri, Naldöken Yörükleri, Ofçabolu Yörükleri, Selânik Yörükleri, Tanrıdağı (Karagöz) Yörükleri ve Vize Yörükleri. Bundan ayrı olarak da; Aktav Tatarları Naldöken Yörüklerine, Tırhala Tatarları Selânik Yörüklerine, Yanbolu Tatarları Kocacık Yörüklerine ve Bozapa Tatarları da Vize Yörüklerine eklenmiş ve bağlanmışlardır.
Türkler, Rumeli’ne “Akıncı Beyleri” denen alp-yiğitlerin komutasında geçmişlerdir. Bunların bilinen başlıcaları; Ece Halil, Evre- nos Bey, Hacı İlbey, Hoca Fîruz, Gâzî Mihâl, Lala Şâhin, Malkoç Oğlu ve Paşa Yiğit… olurlar. Akıncılar, Osmanlı’nın “Dirlik” denilen düzeni uyarınca, Rumeli’nde toprağa bağlanmışlardır. Bunlar, komutanlıkları sürdürülmek kaydıyla yerleştikleri bölgede yaşamak, aynı yerde mülkî görevler yürütmek, askerliğe hazırlamak ve asker yetiştirmek zorundaydılar. Bunun için lâzım olan insan malzemesiyse, kendilerine ocak-ocak bağlanan Yörüklerle Tatarlar olmuşlardır. Böylece 1700’e gelinirken, Örgüt’te bir gevşeme ve isteksizlikler görülmüştür. Yörüklerle Tatarlar, Örgüt’e artık pek fazla iltifat etmemek ve yerleşik düzene geçmek doğrultusunda davranmaya başlamışlardır. Yerlerine, yazılmak istenenler de kezâ isteksizlik göstereceklerdir. Durum buna dönünce, Örgüt yeniden ele alınıp bu meyan-da yeni bâzı düzenlemelere gidilirken, Yörükler ve Tatarlar, komutanlarıyla birlikte onurlandırılmak istenmişlerdir. Örgüt’ün, geçmişte Rumeli’nde üstlenip-başardığı fetihlerdeki rolüne göre, kendilerine “Evlâd-ı Fâtihan” denmiştir. Yâni,”Fâtihler’in Evlâtları”…
Kendilerine “Evlâd-ı Fâtihan” denilip, 1691’de yeniden örgütlenenlerin köylerinde yaşadıkları Rumeli merkezleri (sancak, kazâ) şunlardır: Ahıyolu, Avrathisarı, Aydos, Babadağı, Babaeski, Balçık, Bereketli, Buğdan, Burgaz (Bulgarya), Cumâpazarı, Çağlayık, Çardak, Çarşamba, Çatalca, Çırpan, Çirmen, Demirhisarı, Dimetoka, Doyran (Makedonya), Drama, Dupriçe, Edirne, Eğribucak, Ereğli, Eskicumâ, Eskizağra, Ferecik, Filibe, Gümülcine, Hacıoğlupazarı, Hasköy, Hatuneli, Hayrabolu, Hezargrad, Hırsova, Hüseyinli, İslimye, İştip, İpsala, Karadağ, Karaferye, Karailyaslı, Karasuyenicesi, Kalemeriye, Karinâbad, Karlıova, Kavak, Kavala, Kırklareli, Kızanlık, Kızılağaç Yenicesi, Kozludere, Langaza, Lofça, Malkara, Mangalya, Meğri, Misoti, Osmanpazarı, Pazargâh, Pravadi (Bulgarya), Pravista, Radovişte, Ruskasrı, Rusçuk, Saray, Selânik, Selvi, Serez, Silistre, Sultanyeri, Şumnu, Tatarpazarı, Tekfurgölü, Tekirdağ, Tırnova, Tikveş, Tuzluk, Uzuncaova, Uzunköprü, Ustrumca, Vardar Yenicesi, Vize, Vodina, Yahşılı, Yanbolu, Yenipazar, Yenizağra, Yerköprü ve Ziştovi. Bütün bu birimlerin kapladığı alana “Yörük Vilâyeti” denmekte ve başına getirilen beylerbeyi veyâ vezir de “Yörük Hâkimi” sayılmaktaydı. “Yörük Hâkimi” olarak, ilk defâ Mora Seraskeri Çakırcı Hasan Paşa atanmıştır.
Anlaşılmış olacağı üzere, sayıca daha az olan Tatarlar, kalabalık Yörük öbekleri arasında erimişler ve bundan sonra da Tatar adıyla anılmaz olmuşlardır. Tatar denilen toplumun büyük çoğunluğu Kuman asıllı ve kumral olup Avrupalılara benzemektedirler. Tatarların içindeki Asya tipli Moğol unsuruysa, halk tarafından sanılanın aksine çok azdır ve Türkiye’de Tatar sayılanlar sâdece bunlardır. Tatarlar kendi asıllarını bilemeyince, tabiatıyla başkaları hiç bilmemektedirler! Rumeli muhitinde bugün hâlâ Tatar bilinenler, buraya Evlâd-ı Fâtihan’dan sonraki târihlerde ama gene Kırım ve dolayından göçenlerin torunlarıdırlar. Bunlar da, çok sayıdaki Kuman ile azınlık Moğol’un bir karışımı veya bunların melezleri olup, öze çok yakın bir Türk ağzı konuşmaktadırlar.
II. Mahmut, 1826’da Yeniçeri ocağını ortadan kaldırınca, Evlâd-ı Fâtihan’ın durumu da yeniden ele alınmak gerekli olmuştur. Bu çerçevede, Evlâd-ı Fâtihan ocağı bir kez daha düzenlenmiştir. 1846’daysa Örgüt bir fermanla kaldırılıp-dağıtılmış, böylece târihteki yerini almıştır