Hep yürüdük. Yorulduğumuzda bile yürüdük. Bazen çamur, kar, yağmur dolu yollarda; bazen yaprak ile örtülü düz ve uzun ağaçlarla kaplı bir orman yolunda. Nefesimizi dinleyenler bizi fark ediyor muydu yoksa biz mi öyle düşünüyorduk korkudan? Evet! Kimi zaman korktuk o ıssız sessizlikten, kimi zaman kucağındaydık; sarılmıştık ormanın derinliklerine. Ama hep onunlaydık biliyorduk bizim sevgimizi boşa çıkarmayacağını. Hissediyorduk, yağmurun bizi ıslatan şefkatinden; anlıyorduk çamurun ayağımıza yapışan ağırlığından bize olan tutkunluğunu. Onların şefkatli kollarından her ayrılışımızda bu sevgiyi içimizde büyütüyorduk. Bizi bu taş yığınlarına sevgiyle uğurluyordu “ bir daha bekleriz” dercesine güler yüzlü ve samimiydi.
Kimi zaman dilimize dolanan türküleri söylüyorduk onlara. Kimi zaman da son duyduğumuz Temel fıkralarını anlatıyorduk. Onlar için hiç değişmeyen amaçlarımızdan bahsediyorduk. Bizi anlıyor gibiydiler ve bizi hep yeni yerlere sürüklediler. Yağmur tüm şiddetiyle yağarken bile yüzümüzden düşmeyen gülücüklere katıldılar çoğu zaman. Bazen de güneşin içimizi ısıtan samimiyetine rağmen kendi içimizde bölünmüştük bir parça ekmek için. Zamanın bir güldürüp bir ağlattığını ve bunun doğanın kanunu olduğunu kabullendirmişti bize. Her zaman istediğimiz gibi gitmek zorunda değildi işler. Bazen kararı zamana bırakmak, zamanı geldiğinde de doğru kararı vermek zamanın işinden başka bir şey değildi sanki.
Başka bir duyguydu bu tablonun içinde yürümek. Oysa biz hep izleyicisiydik bu resimlerin, fotoğrafların. İçinde gezeceğimiz hiç aklımıza gelmemişti. O şelalenin müthiş sesinden birbirimizi duyamazken, bakıp da birbirimize gülmek ve bu güzellikleri sadece fotoğraflayabilmek, bizi inanılmaza sürükleyen bu duygu içerisinden ayrılmak kolay olmamıştı çoğu zaman. Yapabildiğimiz tavsiye etmekti insanlara o güzellikleri. Görmelerini temenni etmiştik. Bizde hep yeni tabloların arayışı içerisindeydik. Çoğu zaman eski eserleri dolaşıyor, kimi zamanda kimselerin tablolarda bile konu edinmediğini düşündüğümüz bu ıssız yerlerde; korku ve adrenalinle geçip ilerliyorduk ortasından sonsuzluğun.
Çantamızda yemek ve suyumuz vardır yedek kıyafetlerimizin yanı sıra. Kullanacağımız teknik malzeme, kısa notlar için kağıt kalem manzaraları ölümsüzleştirebileceğimiz fotoğraf makinesi ve gecemizi sıcak geçireceğimiz kamp malzemeleri ile doludur sırt çantamız. Birde unutmamamız gereken ve yaşamımız boyunca yanımızdan ayırmadığımız yüreğimizi koymalıydık çantamıza. Biraz umut ve biraz cesaretle birlikte bizi otogara bırakan yakınlarımızın sıcak gülüşleriyle başlamalıydık yolculuğumuza. Gerçekten görülmeye değer manzara eşliğinde yediğimiz böreğin, annemiz tarafından yapılması bir yana içindeki patatesin veya peynirin lezzetine ne kadar anne şefkati katıldığı da önemlidir. Şefkatle yapılmış o böreği görülmeye değer manzara ile buluşturmak her istediğimizde yapabileceğimiz bir iş değildir.
Nedeni var mıdır bilmiyoruz. Biz doğayla bütünleşip, kendi sınırlarımızı çiziyoruz. Yaptığımız iş bundan ibaret…
Mustafa AKSOY
besyomust003@mynet.com