Mütevazılığımdan olsa da sessizliğim, tarih öncesine uzanan geçmişimle, üç imparatorluğun şahidiyim.
Lale bahçeleriyle süslü saraylarımda, Fatih’in İstanbul arzusuyla uykusuzluk çektiği gecelerin tanığı, mimari sınırlayı zorlayacak kadar büyük bir kubbe hayaliyle sokaklarımı arşınlayan Sinan’ın kendini bulduğu Der-i Saadetim.
Yüreğime acı saldıysada sokaklarımı kül eden yangınlar, kanıma dokunduysada zulmün sınırlarını zorlayan işgaller…Ve sarayımı alıp götürdüysede benden kuşatmalar, Ben hala Edirne’yim
Tarihe eşsiz kanıtlar sunarken hanlar, hamamlar, külliye ve camilerim, yiğitliğin değerini arttıran sarayiçinde yedi düvele nam salan pehlivanlarım var benim…
Bereket kaynağı nehirlerime kurdela gibi yakışan köprülerim buluşmanın coşkusu olup yazılır şiir dizelerine, sanatın suretsiz yüceliğidir sonsuzluğa uzanan minarelerim. Nakış nakış işlenmiş imaretlerim paylaşmanın sadeliği, yüzyıllara meydan okuyan kervansaraylarım vücuda gelişidir karakterimi yücelten misafirperverliğin…
Lakin efsanelerimi duyman yetmez; ve dillere destan mirasımı yaşamadan bilemezsin…
Gözüm yolda olacak; senide bekleyeceğim…Eşsiz bir zamanı bahşetmekle kalmayıp fotoğraf karelerine sabitlenecek anılarına; yüzyıllardır saklı tuttuğum sırrımı; sana da söyleyeceğim…