Osmanlı alim ve evliyalarının en meşhurlarından. Tefsir, hadis, fıkıh alimidir. 1516 (H.916) senesinde Isparta’da doğdu. Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli şehirlerinde kadı ve kadıasker olarak vazife yaptı. 1571 (H.979) senesinde Edirne’de vefat etti.
Ali bin Emrullah, dedesi Abdülkadir Hamidi sakalına kına kullanmakla meşhur olduğu için Kınalızade diye şöhret bulmuştur. Abdülkadir Hamidi, Fatih Sultan Mehmet Hanın hocalarındandır. Babası Emrullah Efendi ise kadı idi. Böylece Ali bin Emrullah küçük yaştan itibaren tam bir ilim hanedanı içerisinde yetişti. Kınalızade Ali Efendi, ilk tahsiline akrabası olan Kadri Efendiden ders alarak başladı. Sonra İstanbul’a giderek, Mahmut Paşa Medresesinde Müderris Sinan’dan, Atik Ali Paşa’da Merhaba Efendiden, sonra da Sahn-ı seman Medresesinde Kul Salih Efendiden ders aldı. Kur’an-ı kerimi ve pek çok hadis-i şerif ezberledi. Yazı, hat sanatında usta olup, tesirli bir hitabete ve üstün bir hafızaya sahipti. Tahsilini mükemmel bir şekilde tamamladıktan sonra müderrislik için beklemeye başladı. Ancak uzun müddet geçmesine rağmen tayini çıkmayınca telif ettiği bazı eserleri alıp Şeyhülislam Ebüssüud Efendi’nin huzuruna çıktı. Ebüssüud Efendi kendisine niçin geldiğini sorunca:

“Biz istediğimiz müderrisliği bu eserlerin bablarını çevirerek almak istiyorduk. Daha ne yapılmak gerekiyorsa bilelim efendim?” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebüssüud Efendi, Ali Çelebi’nin takdim ettiği eserleri biraz okuduktan sonra, onun ilimdeki değerini anladı ve kendisini derhal Edirne’deki Hüsameddin Medresesine müderris tayin etti. Genç talebenin bu hareketinden pek memnun kalan Ebüssüud Efendi yanında bulunanlara hitaben de; “İşte insan olan böyle fiilen ehliyetini isbat suretiyle hakkını elde eder. Emeline kavuşmak, nail olmak için şunun bunun şefaat ve delaletine müracaat etmek insanlık değildir.” demiştir.
Kınalızade Ali Çelebi Edirne’den sonra 1546’da Bursa’da Hamza Bey Medresesinde, 1548’de yine Bursa’da Veliyyüddin oğlu Ahmet Paşa Medresesinde, 1550’de Kütahya’da Rüstem Paşa Medresesinde, 1551’de İstanbul’da Rüstem Paşa Medresesinde müderrislik yaptı. 1555’te Sahn-ı seman medreselerinden birine, 1558’de ise Süleymaniye Medresesine tayin edildi. Bu vazifelerinden sonra da; Şam, Kahire, Bursa kadılığı, 1570’te İstanbul kadılığı, 1571’de Anadolu kadıaskerliği yaptı. Arapça, Farsça, edebiyat, tefsir ve hadis ilminde emsalsizdi. Tefsir metinlerini anlamakta güçlük çekenler, müşküllerini halletmek için ona müracaat ederlerdi.
Şam’da ve Mısır’da görevli bulunduğu sırada, görüştüğü Arap alimleri dahi bu zatın Arabça’da derin bilgi sahibi olduğunu görmüşler ve istifade etmek için ona müracaat edip, ilminin yüksekliğini methetmişlerdir. Arapça, Farsça dillerinde ve Osmanlıca Türkçesinde derin bilgisi olup, bu dillerde şiirler yazmış ve şiirleri bir divanda toplanmıştır. Oğlu Hasan Çelebi babası hakkında bir hadiseyi şöyle nakletmektedir:
“Bir gün dostları ile dinlenmek üzere bir bahçeye gittiler. Orada arkadaşlarından biri Baharistan kitabını gösterip;
“Ali Efendi, bu kitabı okudunuz mu?” diye sordu. O da;
“Hepsi ezberimde.” deyince;
“Öyleyse oku bakalım!” dediler. Kitaptaki şiir ve hikayeleri sonuna kadar okuyunca, arkadaşları şaşıp, hayran kaldılar.”
Kınalızade Ali Efendi, fen ve hikmet ilminde de iyi yetişmişti. Ayrıca felsefeyi de incelemiş, fakat felsefecilerin bozuk fikirlerine kapılmamıştır. Ahlak ilmi üzerine çalışmış, bu hususta yazılan eserleri inceleyip, İslam ahlakını esaslı bir şekilde yazmıştır. Derslerinde, sohbetlerinde, vaazlarında, nasihatlerinde devamlı bu konuları işlemiştir.
Ali Efendi’ye göre insanın hakiki saadete kavuşması iki şeyle gerçekleşir: Birincisi; doğru bir itikada yani Ehl-i sünnet itikadına sahip olmak. İkincisi; sahih amelleri yapmak ve güzel ahlaka sahip olmak. Bunları elde etmek için de, önce bunları iyice öğrenmek, sonra da öğrendikleriyle amel etmek lazımdır. İtikad mahalli olan kalp; batıl, bozuk inançlarla dolmuşsa ve adi, kötü huylarla kirlenip kararmışsa, insan, fazilet sahibi olan ve saadete kavuşan kimselerin derecesine yükselmekten son derece uzaktır. Böyle kimselerin kalpleri, ulvi alemin feyzlerine kapalıdır.
Bir insan, tabiatı ve kendini inceleyerek, hemen müslüman olduktan sonra, İslam alimlerinin kitaplarından, Muhammed aleyhisselamın hayatını ve güzel ahlakını da öğrenirse, imanı kuvvetlenir. Ahlak bilgisi öğrenerek, iyi ve kötü huyları, faydalı ve zararlı işleri anlar. İyi işleri yapıp, dünyada olgun, kıymetli bir insan olur. İşleri düzeninde ve kolaylıkla hasıl olur. Dünyada rahat, huzur içinde yaşar. Kendisini herkes sever. Allahü Teâlâ ondan razı olur. Ahirette de, Allahü Teâlâ’nın merhametine, mükâfatlarına kavuşur.”
Süt emzirmek devri bittikten sonra çocuğun terbiyesiyle meşgul olmalı, yavaş yavaş güzel halleri ve ahlakı telkin etmeli, fena fiillerden menetmelidir. Ar ve ayıp olacak fiillere teşebbüs ettikçe; “Sakın! Bir daha bunu yapma, ayıptır!” diyerek darılmalı, azarlamalıdır.
Çocukların yanında daima hayırlı ve salih adamları methetmeli, övmeli, kötü ve şerir kimseleri de zemmetmeli, kızmalı ki, çocuk şerden kaçınsın ve hayrata rağbet etsin.
Erkek çocukların süslenmeğe meyl etmemesi lazımdır. Süs ve ziynetin kadınlara mahsus olduğunu bilmelidir. Yalnız yemek ve içmeği arzu ve emel edinmek, saman yiyen öküz ve eşeklerin karıdır. Evladı, çocukluk vaktinde daima nefis taamlar, yiyecekler ve leziz içecekler ile büyütmemeli, bazan kuru ekmekle de doyurmalıdır. Aşırı derecede nazperverlik, sultan ve ümera evladına bile layık değildir…”
Kınalızade, müderrislik ve kadılık hayatı müddetince yüzlerce talebe yetiştirdi ve ilim alemine pek çok eser bıraktı. Eserlerinin en önemlileri şunlardır: 1) Ahlak-ı A’lai, 2) Tecrid Haşiyesi, 3) Mevakıf Haşiyesi, 4) Dürer ve Gurer‘e yaptığı haşiye, 5) Kalemiyye Risalesi, 6) Sayfiyye Risalesi, 7) Tefsire ve vakfa dair risaleleri, 8) Arapça, Farsça, Türkçe şiirlerini içine alan Divan’ı, 9) Tabakat-ı Hanefiyye (İmam-ı A’zam hazretlerinden İbn-i Kemal Paşa’ya kadar.)
Kınalızade Ali Efendi 1571 yılında Ramazan ayının altıncı günü Edirne’de vefat etti. Cenaze namazında, başta alimler olmak üzere, büyük bir cemaat hazır bulundu. Cenaze namazı Cami-i Atik’de kılındıktan sonra, Edirne-İstanbul yolu üzerindeki “Vaki Nazır” adı ile meşhur kabristanda defnedildi.
EVLAT YETİŞTİRMEK
Kınalızade Ali Çelebi, kişinin, Peygamber efendimizin; “Ben ümmetimin çokluğu ile övünürüm” hadis-i şerifine muhatap olabilmesi için, evlat terbiyesine büyük önem ve ehemmiyet göstermesi gerektiğini bildirirdi. O bir vaazında şöyle demiştir:
“Bir adamın ister erkek, ister kız bir çocuğu doğarsa, önce Allahü Teâlâ’ya şükür ve sena etmeli ve bunu Hakk’ın bir hediyesi bilmelidir. Fakir veya aile efradı kalabalık da olsa bundan sıkılmamalıdır. Mümkündür ki bu doğan çocuğun başında saadet var ve rızkının çoğalmasına sebep olacaktır. Koca, zevcesine “Niçin kız doğurdun?” diye konuşmamalıdır. Zira bu kadının elinde olmayan bir şeydir. Bir adamı elinde olmayan bir şeyden dolayı kötülemek veya azarlamak cehaletten ileri gelir. Yeni doğan çocuğa güzel isim vermelidir. Fazıl zatlardan birisi evladına dermiş ki:
“Ben size doğmanızdan evvel, doğduğunuz zaman, doğduktan sonra iyilik edip duruyorum. “Doğmazdan evvel iyilik nasıl olur?” derler. Dermiş ki:
“Doğmazdan evvel sizi iyi, temiz, soyu-sopu belli bir kadından kazandım. Alçak ailelerden kadın almadım ki, hayatım müddetince bu sebeple kötülenip kınanmayacaksınız. Doğduğunuz zaman da size iyi bir ad verdim ki yaşadıkça çirkin bir isimle çağırılmayacaksınız. Doğduktan sonra da okuttum, terbiye ettim ki, bu sayede akranınız içinde mümtaz oldunuz.”
1) Mu’cem-ül-Müellifin; c.7, s.34
2) Şakayık-ı Nu’maniyye Zeyli (Atai); s.164
3) Şezerat-üz-Zeheb; c.8, s.34
4) Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye (48. Baskı); s.1037
5) İslam Ahlakı (9. Baskı); s.6-51
6) Türk Ahlakçıları; s.76