ÂŞIK EFENDİ

Edirne Evliyaları
İçeriği Paylaş...

Edirne’de yaşamış büyük velilerden. Adı, Musa veya Mehmet’tir. Büyük veli İbrahim Gülşeni hazretlerinin halifesidir. Âşık Efendi adıyla meşhur oldu. Aslen Edirne yakınlarındaki Ahur Köyü’nde doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. Küçükpazar yakınındaki Şah Melik Zaviyesinde şimdiki ismiyle Hasan Sezai dergâhında talebe yetiştirirken, 1567 (H.975) senesinde vefat etti. Zaviyenin yakınına defnedildi.

Şeyh Âşık Efendi, önce bir müddet ilim öğrendi. Daha sonra Yavuz Sultan Selim Han ile beraber Mısır’ın fethine gitti. Mısır’da iken, İbrahim Gülşeni hazretlerinin meclisine katıldı. Burada Şeyh Kerim ile konuşurlarken, İbrahim Gülşeni kulağına bir kere “Hu” deyip ona teveccüh eyleyince, kalbini tamamen ona bağladı. O nefesin tesiriyle, kalbine aşk ateşi, Allahü Teâlâ’nın sevgisi düştü. Bir süre kendinden geçmiş bir halde Mısır’da gezinip durdu. Devamlı şu beyti söylerdi:

Ser-i kuya ki sehv ile n’ola basma kadem Âşık?

Ser-ü-pay fikrin etmez, n’eylesin hem mest hem Âşık?

(Sevgilinin bulunduğu yere yanlışlıkla gelmekten ne çıkar? Çünkü o kendinden geçmiş bir Âşık olduğu için baş ve ayak düşüncesinde değildir.)

Daha sonra, Edirne hacıları hac dönüşü Mısır’a uğradılar. İbrahim Gülşeni hazretlerinden, Edirne’ye halkı irşat etmek, doğru yolu göstermek için bir talebesini göndermesini rica ettiler. İbrahim Gülşeni hazretleri; “Hemşeriniz Âşık Efendi’yi gönderelim.” dedi. Hemen Âşık Efendi’yi çağırttı. Teveccühleriyle yüksek manevi makamlara kavuşturup, tarikatını yayması için icazet verdi. Hacılarla Edirne’ye gönderdi.

Edirne’ye gelen Âşık Efendi, Küçükpazar yakınında Şah Melik Zaviyesine yerleşti ve talebe yetiştirmeye başladı. İbrahim Gülşeni hazretleri, daha kendisi hayatta iken, insanları yetiştirmek için iki tane halifesini başka şehirlere göndermişti. Bunlardan biri, Edirne’ye giden Âşık Musa Efendi, diğeri de Diyarbakır’a gönderilen Sarı Saltuk’tur. Sarı Saltuk’a, Sadık Efendi de denirdi. Şeyh Âşık Efendi, İbrahim Gülşeni hazretlerinin vefatından sonra, Edirne’de yirmi beş sene dünya düşüncelerinden uzak talebe yetiştirdi. Çok kimsenin doğru yola girip, salih bir mümin olmasına vesile oldu. Civar şehirlere de talebeler gönderip, oralardaki insanlara doğru yolu gösterirdi. Âşık Efendi; ilim ve irfan sahibi, dini ilimleri iyi bilen, Hak aşığı bir kimse idi. Vefat edince yerine talebelerinden Abdülkerim Efendi halife oldu.

Âşık Efendi, rüyasında Kâbe’ye davet olundu. Davet üzerine hemen hazırlanıp yola çıktı. Kâbe’ye giderken Mısır’a uğradı. Kendi kendine; “Eğer Gülşeni zaviyesine uğrarsam, bir müddet orada kalmam gerekir. İçeri girmeden, dışarıda dua edip geçeyim.” diye aklından geçirdi. Bulak İskelesine geldi. İbrahim Gülşeni’nin, Âşık Efendiyi karşılamaya gönderdiği talebeleri onu alıp, bir bahçeye götürdüler. O bahçeye girince, orada İbrahim Gülşeni’yi gördü. İbrahim Gülşeni, Âşık Efendiye; “Senin zaviyeye gelmen haccını geciktirir. Haccın gecikmesin diye biz seni karşılamaya çıktık.” buyurdu. Âşık Efendi de; “Benim maksadım, sizin mezarınızı ziyaret etmekti. Fakat bizzat sizi görünce çok şaşırdım.” diye özür diledi. (O zaman İbrahim Gülşeni hayatta değildi.) Gülşeni; “Mademki senin niyetin haccetmekti, hemen ihramını giy!” deyip, bir ihram verdi. Şaşkınlık içinde uyanan Âşık Efendi, kendini yatağında buldu.

Bu rüya üzerine Âşık Efendi, hemen hacca gitmek için hazırlıklarını tamamladı. 30 kadar talebe ve Yeniceli Kerim Efendi ile Mısır’a gitti. Mısır’a vardıklarında, İbrahim Gülşeni’nin oğlu ve halifesi Hayali, talebesini Âşık Efendiyi karşılamaya gönderdi. O dervişler onları alıp, rüyasında gördüğü bahçeye getirdiler. Hayali Efendi, ta kapıya kadar çıkıp onları karşıladı. Hasretle birbirlerine sarıldılar. Ahmet Hayali; “Eğer acele gitmek istiyorsanız, bu günlerde Hicaz tarafına bir gemi gidecek, siz birkaç gün bahçede kalıp istirahat edin. Burada her türlü ihtiyacınız görülsün. Süveyş’ten geçip hacca gidin!” dedi. Âşık Efendi, hemen talebesi Kerim Efendi’ye bakıp; “Rüyanın bundan daha acaip bir şekilde gerçekleşmesi olur mu?” diye hayretini bildirdi. Sonra Ahmet Hayali’ye; “Biz sizi merhum hocamız İbrahim Gülşeni hazretleri olarak görmüşüz.” dedi. O sırada Âşık Efendinin talebesi, hocasının gördüğü rüyayı anlatıyordu. İbrahim Gülşeni’nin Âşık Efendi’ye ihram verdiğini anlatmamıştı. Ahmet Hayali, o anda Âşık Efendiye bir ihram getirdi. Böylece rüya, aynen gerçekleşmiş oldu. Bu hadise üzerine orada bulunanlar çok etkilendiler. Hatta Âşık Efendi, memnuniyetinden o gün ihramı üzerinden çıkarmadı. Daha sonra hacca gitti. Hacdan dönüşte tekrar Mısır’a uğradı. Burada Ahmet Hayali’nin teklifi ile Müeyyideye Camiinde bir müddet vaz ve nasihat eyledi.

Mısır’da bir mecliste sohbet ediyordu. Yüksekçe bir yerde bulunuyorlardı. Talebelerinden biri kendi kendine; “Aşağı atlamak, göklere çıkmak gibi zor bir şey.” diye düşündü. Böyle düşünen talebe, sohbetin tesiriyle kendinden geçerek, aşağı atladı. Hiçbir yerine bir şey olmayıp ayaküstü yere düştü. O talebe; “Kendimi aşağı attığımdan haberim yoktu. Sanki bir kuşun kanatları üzerinde yere indim.” dedi.

Ahmet Hayali’nin talebelerinden Dede Bali adında bir derviş vardı. Bu derviş, Âşık Efendinin meclisinde daima sual sorar ve anlattıklarına itirazlarda bulunurdu. Bir gün Âşık Efendi, Yasin suresinin; Rahim olan yani müminleri rahmetiyle murada erdiren Rab’dan doğrudan doğruya bir selam vardır. Mealindeki 58. ayet-i kerimesini tefsir ediyordu. Vaazı esnasında; “Allahü Teâlâ, Cennet’tekilere selam eder. Kimine melek vasıtasıyla, kimine de ikram olarak (derecelerinin yüksek olması bakımından) vasıtasız olarak selam eder.” dedi. O anda Âşık Efendi duygulanarak ağlamaya başladı. “İnşallah bize de vasıtasız olarak selam eder.” diye dua etti. Bu sözleri dinlemekte olan Dede Bali, ne denilmek istenildiğini anlayamadı. Âşık Efendiye; “Cennet ehlini umumi olarak söylediniz. Hâlbuki peygamberlerden başkasına melek nasıl gelir? Hak Teâlâ nasıl selam verir? Nasıl olur da cennetliklerin bazılarına ikram eder? Bu şekilde konuşmak sapıklıktır.” gibi bazı uygunsuz sözler söyledi. Dede Bali Efendinin Âşık Efendiye karşı yaptığı bu hareketleri hocası Ahmet Hayali Efendiye bildirdiler. Bir talebesini çağırıp; Âşık Efendi’nin vaazında anlattığı, Kadı Beydavi’nin tefsirinde yazılıdır. Dede Bali gereksiz yere ileri geri söz söyleyip, aziz bir kimsenin sohbetinde huzursuzluk çıkarmasın. Eğer tekkede rahat edeyim diyorsa, ona göre davransın. Git ona haber ver.” dedi. O anda çok kızgın bir halde idi. Ayrıca; “Âşık Efendiye de söyle, bizden Pir’e (İbrahim Gülşeni’ye) şikâyet etmesine izin vardır. Yoksa o haddini bilmez talebenin yaptığı işe razı olmuş oluruz. Hem Dede Bali’nin yanına git, şu kıt’ayı oku!” dedi. Kıt’a:

“İster misin ki yerin ola tekke-i huzur?

Benden bu pendi yürü kabul eyle ey dede!

Buğz edip kimseye hışımla söyleme!

Bir söyleyenler iki işitir bu vakitte.”

Talebe gidip durumu Âşık Efendiye de bildirdi. Bu duruma hayret edip, çok istigfar etti. Talebe hayretinin sebebini sorunca, Âşık Efendi; “Dede Bali’nin uygunsuz itirazından dolayı bu gece hocamız İbrahim Gülşeni’ye teveccüh ettim. Hayali Efendinin dervişlerinden biri meclisimizin huzurunu bozdu, diye şikayette bulundum. Senin bu haberin, benim bu hareketime cevaptır.” dedi.

Daha sonra Dede Bali’nin yanına gitti. Ahmet Hayali’nin söylediklerini ona bildirdi. Emrettiği kıt’ayı da okudu. Dede Bali, o anda hüngür hüngür ağlamaya başladı ve şöyle dedi: “Bu gece Pir hazretleri (İbrahim Gülşeni) beni orta yere çıkardı. Oradaki bazı kimselere emretti, beni yatırdılar. Tabanlarıma ve sırtıma vurarak beni çok dövdüler. Şu anda bile o dayağın acısından hareket edecek halde değilim. Her tarafım şiddetli şekilde ağrıyor.” dedi. Sırtını açıp, dayak izlerini gösterdi. Sopa vurulan yerler kara bere içinde idi. Çok özür diledi, ağlayıp sızladı, tövbe ve istigfar etti. Talebe, özrünü hocası Hayali Efendiye bildirdi. Dede Bali’nin perişanlığını anlatıp, affetmesini rica etti. Ahmet Hayali ona; “Gitsin Âşık Efendiden af dilesin. Dede Bali’nin işi ona havale edildi.” buyurdu. Hemen hocası Hayali Efendinin saadethanelerinden çıkıp, Âşık Efendinin yanına gitti ve ona Dede Bali’nin durumunu anlattı. Affedilmesinin kendisine havale edildiğini söyledi. Âşık Efendi şöyle buyurdu: “Onun tövbe ve istigfar etmesi, yaptığı hareketin uygunsuzluğunu anlamış olması af yerine geçer. Biz onu affettik. Ancak Dede Bali’nin bize yaptığı uygunsuz hareketlerine karşılık, Yasin-i şerif suresinin; “Ey günahkârlar! Salih müminlerden ayrılıp, yalnız kalınız.” mealindeki 59. ayet-i kerimesini okumuştum. Bunun için bir miktar zaviyeden çıkıp uzak olsun.” dedi. Talebe de gidip bu durumu Dede Bali’ye bildirdi. Dede Bali zaviyeden çıkıp, kırk gün müddetle hiç görünmedi. Daha sonra çıkıp dergâha geldi. Çok zayıflamış, sararıp solmuştu. Nerede ve nasıl riyazet çektiğini araştırdılar, kendisinden sorulduğunda, bir türlü cevap alamadılar. Âşık Efendinin işareti ile yedi gün halvete çekildi. Bundan sonra insanları doğru yola davet etmek için icazet, diploma verildi.

1) Şakayık-ı Nu’maniyye Zeyli (Atai); s.195
2) Sicilli Osmani; c.3, s.282
3) Menakıb-ı İbrahim Gülşeni; s.470, 474,547, 548