PROF. AHMED DAVUTOĞLU: ZORAKİ SİYASETÇİ!!!*
1 Mayıs 2009 tarihinde uzun zamandır Başbakan Erdoğan”dan beklenen kabine değişikliğinin en sürpriz atamasının Başbakan’ın Dış Politika Baş Danışmanı Prof. Ahmed Davudoğlu”nun Dışişleri Bakanı olarak atanması oldu.
Gerek içeride gerekse dışarıda bu atama ile ilgili ilk tepkiler çok olumlu oldu. Dış basının bir numaralı haberi oldu bu atama.
Başbakan Erdoğan”ın uzun zamandır yorulan, ilgi alanı olmadığı halde çalışkan bir öğrenci gibi işini yapmaya çalışan ama Türkiye”nin kritik dış politika sorunlarına tarih bilgisi eksik olması nedeni ile toplantılarda yeterince cevap veremeyen ve sadece “yazılı metin” üzerinden cevap veren, ayrıca Dışişleri Bakanlığı yanı sıra Avrupa Birliği Başmüzakereci sıfatını da yürüten, Ocak 2009’da Egemen Bağış”ın başmüzakereci sıfatı ile bu işi üstlenmesinden sonra biraz olsun rahatlayan Ali Babacan”ın dışlerinden alınıp, başbakan yardımcılığı ve yine ekonomiden sorumlu bakan olarak en iyi yapabileceği göreve getirilmesi hükümet açısından taktik ve stratejik açıdan doğru bir karar olmuştu.
Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül”ün hemen ardından bu göreve getirilen Babacan iyi “ bir teknisyen” olarak görevini yapmıştır.
Başbakan Erdoğan”ın Ahmed Davudoğlu”nu bu göreve getirirken hangi saikler ile hareket ettiğini tahmin edebiliyoruz. Çünkü AKP hükümetinin kurulmasından itibaren önce Başbakan Abdullah Gül”ün ardından Başbakan Erdoğan”ın dış politikada Başdanışmanı olan Prof. Davutoğlu, sakin kişiliği, tarih felsefesinde olan yetkinliği ve zaman içerisinde akademik formasyonununda etkisi ile modern tarihimizin en etkin Başdanışmanı olduğunu göstermiştir. Bu konuda ilgi duyan okuyucularımız için “Zamanın Ruhu , Küresel Politikalar ve Türkiye Yazıları, Orion Kitabevi, 2007” isimli kitabımızda değişik yazılarımızda kendisi ile ilgili yorumlarımızı yazmıştık.
1 Mayıs’tan bugüne kadar geçen süre içerisinde Dışişleri Bakanı Davudoğlu”nun rekor sayılabilecek düzeyde yoğun bir tempo içinde olduğu görülmektedir.
Bazen bir ay içinde 13 ülkeyi ziyaret edebilecek kadar hızlı hareket eden Davudoğlu hakkında iç ve dış basında ve akademik dünyada yüzlerce haber analiz ve bilimsel makale ve araştırmalar yazılmaktadır.
Türk Dış politikasına, 30’dan fazla baskı yapan Stratejik Derinlik isimli kitabının, ismini kazandıran, “komşularla sıfır problem politikası”, “ritmik dış politika” gibi terim ve kavramları kazandıran Davudoğlu”nun dış politikasını “kayıtsız şartsız doğru olarak” kabul eden bir çalışmada Prof. Bülent Aras”ın SETA yayınlarından çıkan kısa araştırmasıdır.
Biraz fazla abartılı yazılan bu araştırma, yinede Davudoğlu”nun politikaları ve vizyonu hakkında bir görüş sunmaktadır. Bunun yanı sıra Türk basının da Davudoğlu”nu destekleyen ve methiyeler düzen yazarlar olduğu gibi, dış basında da Türk basınını aratmayacak olumlu yazılar yazan The Economist ten, Washington Posta, Wall Street Journal “den , Time Dergisi’ne kadar Davudoğlu”nun “Türk Dış politikasının” mimarı olduğu yönünde görüşler sunulmuştur.
Gerçekten de Davudoğlu, AKP Hükümetlerinin dış politikasında teori bazında fikir babasıdır (spiritus rector). Fakat bu politikaların bir “eksen sapması” olup olmadığı da son dönemlerde tartışılmaktadır.
Prof. Davudoğlu”nun Doğu ve İslam kültürü içinde yoğrulmuş olduğu zaten eğitim sürecinde de görülmektedir. Fakat Batı Kültürünü de bir o kadar iyi tanımaktadır. 11 Eylül sonrası gelişmeleri değerlendirdiği ve Küre Yayınlarından 2002 de çıkan “Küresel Bunalım” bu konuda onun dünyaya ve Türkiye”ye bakışını anlatan en iyi kaynaklardan birisidir. Bu açıdan Doğu ile Batı”nın bir sentezini kurabilen bir teorisyen ve şimdide pratisyen olan Davudoğlu”nun dış politikasının yarattığı ve kendisine atfen sunulan “Yeni Osmanlıcı” tartışmaların aslında Türkiye”nin pratik politikalarında uygulanmasının ne kadar zor olduğu da görülmektedir.
Şurası bir gerçektir ki, Davudoğlu ile birlikte tüm AKP Hükümetlerinin başından itibaren Doğu ya açılma politikaları bizce 1950″lerden beri yapılması istenen fakat gerek Soğuk Savaş gerekse Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye”yi yönetenlerin elinde böyle bir politikayı uygulayacak araç ve tarihsel fırsatların sunulmamış olmasından kaynaklanmaktadır.
Yani gerek Başbakan Erdoğan gerekse Prof. Davudoğlu , Makyavelle”in deyimi ile şanslıdırlar(fortuna). Fakat Davudoğlu”nun uygulamaya soktuğu politikalar aslında 1950 Mayısı’nda iktidara gelen Demokrat Parti’nin politikalarından da pek farklı değildir. O nedenle Ortadoğu da ve İslam dünyasında uygulanan aktif politika eksen sapması değil aksine Türkiyenin uzun süredir ihmal ettiği bölgelere açılım politikasından farklı bir politika değildir.
Türkiye”nin “Yeni Osmanlıcı” bir politika takip ettiği görüşleri ise, en azından günün gerçekleri açısından mümkün gözükmemektedir. Türkiye”nin Batı”dan kopması tarihsel olarak kabul edilmesi zor bir durumdur. Çünkü Türkiye istese de Batı ile ulaştığı ilişki düzeyi açısından mümkün değildir.
Fakat Türkiye”nin komşular ile sıfır problem politikasının yeni sorunlar yarattığı da görülmektedir. Davudoğlu”nun şimdi işin pratiğini yapan biri olarak çok zorlandığı ve daha da zorlanacağı görülmektedir.
Bunun en somut örneklerini Ermenistan açılımında ve son olarak AB”nin Sırbistan, Makedonya ve Karadağ”ı ve Arnavutluk”u kapsayan vizeden muafiyet politikasında görmekteyiz. Ekim ayında imzalanan protokollerin meclisten geçirilmemesi, Davudoğlu için bir başarısızlık olacaktır.
Başbakan Erdoğan”ın Yukarı Karabağ Sorunun ön koşul olarak görmesi işi zorlaştırmaktadır. Yine Kıbrıs konusunda Davudoğlu”nun hızlı hareket etmesi gerekecektir. Kıbrıs konusunda bir ilerleme sağlanamaması durumunda şimdiki KKTC Devlet Başkanı Mehmet Ali Talat”ın Nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesine neden olacaktır. Ocak ayı başında Davudoğlu”nun yine ilgili Büyükelçileri toplayıp bir istişarede bulunacağı bilinmektedir. Aslında Kıbrıs konusunda gelinen noktanın, sadece limanları ve havalimanları ile sınırlı olmadığı bilinmektedir.
Davudoğlu”nun AB ile görüşmelerinde bir süre önce Brüksel de yaptığı İsveç”in dönem başkanlığı esnasında sadece Çevre Faslını açabilmiş olmasıda yeterli değildir. İspanya”nın dönem başkanlığında yeni fasıllar açılabilecek mi göreceğiz. Fakat Türkiye-AB ilişkilerinde bir duraklamanın yaşandığı görülmektedir. Son olarak İsviçre”de ki “minare referandumu” ve onun getirdiği tartışmalar Davudoğlu”nun önümüzdei dönemde Avrupa Başkentlerine daha çok gitmesini zorunlu kılacaktır.
Türkiye”nin İsrail ile ilişkilerinin bozulması 2009 yılının en önemli olayı idi. İsrail bugünde Gazze”ye saldırmakta ve insanlar yaşamını yitirmektedir. Buna bir de Mısır”ın yardım konvoyuna yol vermemesi de eklenirse, acaba Türkiye Mısır ile de bir “One Minute” krizi yaşayacaktır!! Sonuçta Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin bozulması Türkiye”nin arabulucu olarak konumunu yitirmesini beraberinde getirmiştir. Öyle gözüküyorki İsrail-Suriye arasında arabuluculuk rolünü Fransa alacaktır.
Aslında Prof. Davudoğlu”nun bu “arabuluculuk” (honestbroker) politikası bir çok alanda, örneğin İran-ABD, başarılı olmuştu. Fakat İran”ın bu kadar desteklenmesi ve son olarak Başbakan”ın 26-28 Ekimdeki Tahran ziyareti bu konuda kimin kimi kullandığı sorusunuda beraberinde getirmiştir.
Davudoğlu”nun aktif politikası bu anlamda Batıda endişe uyandırmaktadır. Daha doğrusu Türkiye”nin İran politikaları İran”lıları bile şaşırtmaktadır. İran”da İngilizce yayınlanan KAYHAN Gazetesi’nin benimle yaptıkları bir mülakatta bana şu soru sorulmuştu: Türkiye”nin İran politikaları AKP iktidardan giderse de devam edecek mi? Bende bu konuda bir garanti olmadığını ama muhtemelen bir değişiklik olabileceğini söyledim. İranlılar bu politikanın AKP mi yoksa devlet politikasımı olduğu ve süreklilik gösterip göstermeyeceği konusunda endişe etmektedirler.
Son olarak Dışişleri Bakanı Davudoğlu”nun Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy”u görevden alması 2009 yılının diplomatik anlamda en önemli olayı olmuştur. Kendisini Türkiye”nin Kissinger”i olarak tanımlayanları hayır değilim diyerek reddeden Prof. Davudoğlu Bakan olarak yinede Kissinger gibi davranmaktadır!!! Kissinger”in hatıralarını yazdığı “White House Years” (Beyaz Saray Yılları) isimli kitabı kendisine yeni fikirler verecektir diye düşünüyoruz.
Nereden bakılırsa bakılsın Prof. Davudoğlu”unun Türk dış politikasına damgasını vurduğu görülmektedir. Tek sorun artık siyasetçidir ve siyasetin gerçeklerine göre hareket etmek durumunda kalmaktadır. Bu onun düşünsel boyutuna etki eder mi sorusuna verilecek yanıt evet edecektir. Başarılı olacağı alanlar başarısız olacağı konular olacaktır. Ama bu da siyasetin kaçınılmaz gerçeğidir. Fakat Tayyip Erdoğan”ın siyasetçi olmayan birini bakan olarak ataması önceden örnekleri olduğu için yeni değildir. Yeni olan 7 yıldır düşüncel kuramı geliştiren bir başdanışmanın bu göreve getirilmesidir. Ayrıca Erdoğan, Gül ve Davudoğlu önemli bir zihinsel ve politik birliktelik sergilemektedirler. Bu da Prof. Davudoğlu”unun işini kolaylaştırmaktadır. Çünkü gerek Gül gerekse Erdoğan Prof. Davudoğlu”nun bilgisine saygı duymaktadırlar. Biliginin politik gerçeklere adapte edilmesinin örneğini yaşamaktadır AKP hükümeti.
Henry Kissinger gibi. Prof. Davudoğlu teori ve pratiği uygulama şansına sahip ender akademisyenlerden biri olarak şimdiden tarihe geçmiştir. Bir röportajında Prof. Davudoğlu en büyük arzusunun ders verirken yaşamını yitirmek olduğunu söylemişti. Kendisine uzun ömürler diliyoruz. Uzun yıllar ders vereceğinide düşünüyoruz. Fakat şimdi iş başa düşmüştür ve bu görevi götürmekle yükümlüdür. 2009 yılındaki aktif politikacı performansı pek te fena sayılmaz ama akademik performansı kadar iyi mi, ona cevap vermek kolay: Tabii ki değil. Sonuçta o bir akademisyen bir politikacı değil !!!
*Yakup Kadri Karaosmanoğlu”nun Zoraki Diplomat isimli hatıratına atfen attığım bir başlık oldu.