Bir eşiğe oturdu zaman ve hiç kımıldamadan durdu.
Asırlardan beri süregelen köhne yaşam beynine baskı yapıyordu.
Yalnızlığı içinde kaskatı duran yüzünü monologluktan kurtarmak için çareler tasavvur etmekteydi aklının en derin köşesi.
İlk gördüğü salyangozu yolundan çevirip derin bir sohbete koyuldu.
Zaman: -Şeklimin dünyada kapladığı boyutun anlamsal derinliğini çözemiyorum. Sence varoluş sebebimizle ne kadar uyumlu bir eylem içindedir hayatımız?
Salyangoz: -Ben her sabah kalkıp yemek bulmak için büyük bir uğraş veririm ve evime ne kadar çok yemek götürebilirsem o kadar mutlu olurum. Senin sorduğun soruyu daha önce hiç duymadım. Bu sorunun cevabı bana ne kadar yemek verir?
Zaman: -Mutluluk çok göreceli bir kavram sadece yemek bulmak mutlu olmak için çok küçük bir sebep. Daha büyük bir mutluluk hayali geçmez mi aklından, mesela özgürlük.
Salyangoz: -Yedi tane çocuğum var ve onlara bakmak zorundayım. Eşimle de mutlu bir şekilde yaşıyoruz. Başımızı sokacak bir evimiz ve yiyecek ekmeğimiz oldukça fazla düşünmek sadece rahatımızı bozar. Bahsettiğiniz özgürlük ise bizim için zaten var. Biz kimseye karışmıyoruz ve kimse bize karışmadıkça da en özgür kişileriz. Çalıştıkça istediğimiz yere gidip, istediğimiz şeyi yapabiliyoruz. Galiba en büyük özgürlük bizim, neden bir arayışa girelim ki?
Zaman: -Varolanla yetinmek tipik bir cehalet örneği. Kişi bu dünyaya sadece varolanı tüketmek için gelmiş olabilir mi? Kişinin aynı zamanda varolanı geliştirip, yeniyi üretmek gibi bir görevi de vardır. Üretim sadece varolan nesnelerin şeklini değiştirerek bunu yeni kabul etmek kadar basit olamaz. Üretim özellikle somut değişkenliğin arkasına sığınmaktan çok, somutun asıl yönlendiricisi olan soyut varlıklar üzerinde değiştirici ve geliştirici çabalarda bulunmaktır. Bu varlıklar çoğumuz tarafından yanlış değerlendirilen felsefe, ilahiyat, hukuk, siyaset, ahlak, bilgi gibi gerçekliklerdir. Bunların gerçek yüzünü bilmek belki bize ekmek parası kazandırmaz ama dünyanın ve toplumun beynimiz üzerindeki köleleştirici etkisini fark etmemizi sağlar. Aynı zamanda soyut kavramların esrarını çözmek kendimize özgürlük diye kabul ettiğimiz sıradan yaşamımızın gerçek yüzünü gösterir ve gerçek özgürlüğe ulaşmak için güç verir bize.
Salyangoz: -Hocam belli ki çok kitap okumuşsunuz ve kitapların hayal dünyasında yaşıyorsunuz. Güzel konuşuyorsunuz ama boş konuşuyorsunuz. Bu dediklerinizi söylemeye devam ederseniz adınız deliye çıkar. Dünyadaki gerçek sorunlardan haberiniz bile yok. Siz bir aile beslemek ne kadar zor biliyor musunuz? Boş verin bunları biraz yaşamınıza renklilik katın. Bu akşam bizim düğünümüz var, isterseniz gelin biraz eğlenirsiniz.
Zaman: – İşte benim de sana açıklamaya çalıştığım şeyler dünyadaki gerçek sorunlarla alakalı. Diyorsun ki bir aileyi geçindirmek ne kadar zor biliyor musun ben de diyorum ki aileyi neden geçindiremiyorsun, ekonomik sorunların var. Peki ekonomik sistemi yönetenler kimlerdir? Büyük güçler. Bunlar nasıl yönetiyorlar ekonomiyi. Bizim köleliğimizi kolaylaştıran kuralları besleyerek. Nedir bunlar gelenek ve görenekler, feodalite, din, ahlak kuralları, gerici hukuk sistemleri ve siyasal sistemimiz. Ayrıca ekonomik gelişmemizi durdurmak için kendi mallarını bize daha kaliteli gibi göstererek bizim mallarımızı değersizleştiriyorlar. Ama bunları bilmek evlenmekle değil bilerek olur. Neden beni anlamak istemiyorsun.
Salyangoz: – Bence sizin bir eviniz ve eşiniz olmadığı için kederden kendinizi kaybetmişsiniz. Bakın aşıksanız iyi bir dinleyiciyimdir bana açılabilirsiniz. Hatta sevdiğiniz biri varsa sizi evlendirelim. Kimse yoksa bizim komşunun kızı var, vallahi bir ay parçası. Onu size alırız. Bırakın kim kimi yönetiyorsa yönetsin. Sanki siz bunları nerden biliyorsunuz, büyük güçler tüm bunları yaparken siz orada mıydınız. Bir de her şeyden bahsedebilirsiniz ama benimle dinden kötü bir şeymiş gibi bahsetmeyin lütfen. Galiba siz ateist falansınız. Bence tövbe edip Allah’a yalvarın sizi affeder, bu durumdan da kurtulursunuz. Kesinlikle Allah sizi cezalandırmış yoksa böyle saçmalamazdınız.
Zaman: -Seninle aynı şeylerden bahsediyoruz ama bakış açılarımız çok farklı. Dine karşı değilim. Yalnız kişi değer verdiği şeylere körü körüne bağlanmamalı. Ne kadar değer verirsek verelim bu inandığımız şeyin yüzde yüz doğru olduğu anlamına gelmez. Mesela evliliği ele alalım. Evlilik karşılıklı sevgi ve saygı oldukça çok kutsal bir kurum ama kendi kişiliklerini oturtamamış iki insanın sadece toplumdaki baskıya boyun eğip hayatlarını birleştirmeleri ne kadar doğru olabilir. Eşitliği konuşmanın bile tabu olduğu, kadının cinsel ve emek anlamında erkek tarafından sömürüldüğü, aile içi demokrasi yerine baskı, şiddet ve erkek egemenliğinin olduğu bir evlilik sistemi varken kişilerin beraber neyi paylaşabileceklerini, hangi mutluluğu yakalayabileceklerini bana söyler misin? İki kişi eğer ömür boyu beraber olmayı tasarlıyorlarsa önce buna her anlamda hazır olmaları gerekmez mi? Sevgi sadece seni seviyorum kelimesini çok söylemek, canım cicim demek, mum ışığında kırmızı gül koklamak ve çocuksu aşk şiirleri yazmak değildir. Sevgi bunların çok ötesinde iki kişinin arasındaki nikahtan daha kutsal bir sözleşmedir. Seni seviyorum demek sana saygı duyuyorum demektir, ağzını burnunu kıracağım, seni sömüreceğim ve sende sesini çıkarmadan kölem olacaksın demek değildir. Bireyler bu duyarlılıkları taşıyorsa neden evlenmesinler ki?
Salyangoz: -Sizin dedikleriniz güzel şeyler ama bize olmaz. Ben çok misafiri gelen bir kişiyim. Eşim kalkıp misafirin önünde erkeği dururken laf mı edecek? Biz eşitiz çünkü Allah bizi eşit olarak yarattı ama eşitiz diye kadın kalkıp beni mi yönetecek. Ben çalışıp evi geçindiriyorum o da ev işlerini yapacak elbet. Kavga diyorsunuz her evlilikte olur böyle şeyler. Haşa Allah yukarda ben sırf zevk olsun diye eşimi daha dövmedim ama hata yaparsa terbiyesini veririm. Toplumun içinde itibarımı düşüremem. Mum, kırmızı gül falan bizde zaten olmaz biz aşkımızı yüreğimizde taşırız, şaklabanlık yapmayız. Cinsel sömürü dediniz onun ne olduğunu bilmiyorum ama iyi bir
şeyse niye yapmayalım.
Zaman: -Tabi sen de kendine göre haklısın, çünkü toplumsal sistem sana kısıtlı bir hareket alanı bırakıyor. Bunun dışına çıkarsan toplumdan dışlanırsın. Bir de atalardan kalma örf ve adetler var. Dogmatik bir ahlak sistemi, cehalet ve ekonomik sorunlarla beraber etrafına örülen örümcek ağını daha ben tam olarak çözemiyorsam, sen bu halinle nasıl çözeceksin, hatta çözsen bile ne yapacaksın. Sen mutlusun doğru çünkü cehalet mutluluktur. Ben mutsuzum doğru çünkü düşünen yaşayamaz. Seni de işinden alıkoydum, kusura bakma.
Salyangoz: -Sizinle sohbet etmek çok güzeldi ama siz de sonunda anladınız düşündüklerinizin saçmalığını. Bırakın bu işleri de gelin bana yemek yiyelim. Hem komşunun kızını görmüş olursunuz. Akşama düğüne de beklerim. Neşelendiririz sizi. Bence bir an önce evlenin ve dediklerinizi kendi evliliğinizde uygulayın. Bakalım bilmek ile yapmak arasındaki farkı görebilecek misiniz? Böyle düşünmeye devam ederseniz kafayı yiyeceksiniz.
Zaman: -Yemeğe ve düğüne gelemeyeceğim için kusura bakmayın. Ben size göre zaten kafayı yemiş biriyim, umarım bir gün ne dediğimi anlarsınız.
Salyangoz gündelik yaşamının içine dönmek için yola koyuldu, kafasında bir deliyle nasıl konuştuğunun hayreti vardı.
Zaman gündelik düşüncelerinin içine dönmek için yola koyuldu, kafasında hayatın bilinmezliği ve göreceliliğinin hayreti vardı.
Bir eşiğe oturdu zaman ve hiç kımıldamadan durdu.
Asırlardan beri süregelen köhne yaşam beynine baskı yapıyordu.
Yalnızlığı içinde kaskatı duran yüzünü monologluktan kurtarmak için çareler tasavvur etmekteydi aklının en derin köşesi…