Ülkemde Medya Hicvi ve Gangster Filmi Parodisi Kotarmaya Çalışmak

Paylaş

Kanal-i-zasyon ve Kolpaçino’yu, bir an evvel aradan çıkarmak maksadıyla peşi sıra izledim. Temelde ortak bir amaçtan yola çıkan iki film, fikrin dallanıp budaklandırılması aşamasında birbirinden ayrılıyor. Kanal-i-zasyon; işin bir yerlerine medya, medyadan yola çıkarak da sistem eleştirisi enjekte etmeye çalışırken, Kolpaçino ayaklarını yere sağlam basan bir sinemayı umursamadan, gangster filmlerinin sürükleyici temalarını (illegal işler, şiddet, hesaplaşma, cinayet) yumuşatmaya gerek duymadan, bu kavramların üstüne, vaziyetten doğan komikliklerle, mafya jargonu-sokak argosu karışımı diyaloglarla inşa edilen bir senaryo iskeleti kuruyor. Kanal-i-zasyon yapmaya çalıştığı şeyin altında kalıp can vermeye mahkum gözükse de, Kolpaçino için durum o kadar da vahim değil.
Her filmin olmazsa olmazı olarak gördüğüm iyi dengelenmiş senaryo matematiğinin ve bunun desteklediği sağlam dramatik yapının, kimi zamanda kurulan atmosferin gerçekçiliğinin üç ana janrda daha önemli olduğunu düşünüyorum. Korku sineması, dönem filmleri ve komedinin türünün yalnızca içinde eleştiri sosu barındıran işlerinde. Çünkü inanmadığınız şeyden korkmazsınız (Musallat’ı anımsar gibi oldum) , dönem filmi havasını size solutmayan bir işi ciddiye almazsınız ve son olarak da Kanal-i-zasyon’da olduğu şekilde neresinden tutsanız elinizde kalacak inandırıcılıkta bir yükseliş hikayesinden üremeye çalışan sözde bir hiciv denemesinden de hiçbir haz duyamazsınız.
Kanal-i-zasyon’un çıkış noktası bu tezi doğrular biçimde tam bir tezatlık salatası. Bir temizlik görevlisinin hiçbir şekilde anlamlandırılamayan yükselişini hem yukarıda bahsettiğim şekilde inandırıcılıktan yoksun çekeceksiniz, hem de hicvi bir kenara bırakıp, medya etiği açısından doğruyu temsil eden karakteri alaşağı ettikten sonra yerine her yerinden yanlışlıklar silsilesi fışkıran karakteri koyup, sonra da durumu, “güç odağını elinde bulundurma tutkusunun” kör ettiğiyle, artık izlemekten sıkıldığım; sanki yalnızca Anadoluluğa özgü bir durummuş gibi gösterilmeye çalışılan “saf, temiz, hayat şartlarının kirletmediği, alçakgönüllü” insan olma özelliklerine sahip karakterin kavgasından, haksızı haklıyı rezil rüsva ettirecek biçimde galip çıkartacaksınız. Paragraf bu haliyle eleştirel bir filmden çok entrika dolu bir macera filmini çağrıştırıyor kanımca.
Diğer büyük sorun filmin geneline yayılan, planların tek boyutluluğundan kaynaklı sinematografik tattan yoksunluk. Alper Mestçi; yapımcısı olduğu Dikkat Şahan Çıkabilir, Co-medya gibi yalnızca beyaz camda bir nebze olsun kabul görebilecek dramatik yapılara sahip işlere, amatör kamera hareketlerini de ekleyerek karbon kağıdı muamelesi yapıyor. Filmin hızla bir kurgu eşliğinde akıp gitmesi gereken sekanslarında, filmin eleştiri dozunu arttıracağı düşünülen ama zeka düzeyi yerlerde süründürüldüğü için kendi kendisini aptal yerine koyan televizyon programlarını çok matah şeylermiş gibi en az yarım saat kadar uzun uzun izliyoruz. Yalnızca Okan Bayülgen eşrafından olmak kontenjanından filme dahil edilmiş olduğu çok belli olan (kanal patronu Hakkı Devrim, Ana Haber Bülteni sunucusu “Sarı Bıyık” en çok göze batanları) karakterler seyir zevkini önemli ölçüde baltalarken, Okan Bayülgen’in canlandırdığı karakterin dışındaki tüm program sahiplerinin bizzat kendilerini canlandırması da ayrıca gülünç bir durum.
Bugüne kadar gerçekleştirdiği televizyon programlarının temelinde değişmez olarak hiciv kültürünü kullanan ve bunu epey eğlendirici, zaman zaman da kara kara düşündürtücü bir kulvara kanalize etmeyi başaran bir televizyon adamının; televizyonla ilgili tek eleştirisi “Hapisteki adam televizyon izleyince kendini dışarıda sanıyor, peki ya dışarıdaki adam televizyon izleyince ne oluyor?O da kendini içeride mi zannediyor?” gibisinden herhangi bir alt metine kapı aralamayacak nitelikte kısır bir replik olan bir filmde oynaması kabul edilebilir şey değil. Sonuç olarak her şeyden öte, ortada ciddi bir para trafiği döndüğü için, filmin gişesini etkilememek babında doğal olarak sesini çıkartmasa da, Okan Bayülgen umarım yaptığı işin çiğliğinin ve bizzat kendi kendisinin maskarası olduğunun farkındadır da ilerisi için bugünden, yaratıcısının bizzat kendi alamet-i farikası olduğu şöyle mermi gibi bir hiciv örneği için kolları sıvamıştır. Umarım.
Kolpaçino’ya gelirsek. Evvela güldüm. Şafak Sezer’in yeni dönem Hababam Sınıfı ve Maskeli Beşler serilerindeki oyuculuğundan hiç hazzetmezken, başrolünü Sezer’in yapımcılığını Şenol Zencir’in üstlendiği Kutsal Damacana’nın zaman zaman Scary Movie bayağılına düşmekten kurtulamasa da kanaatimce öncelikli olarak komik olmayı başarabilen, kendi kültürü içinde kült sahneler barındıran, sinematografik anlamda olmasa da hoşça vakit geçirtmek anlamında nitelikli bir ürün olduğunu düşünüyorum. Zencir’in piyasa sürdüğü yeni iş Kolpaçino, Şafak Sezer’in senaryoya mizah dünyasında rüştünü ispatlamış iki karikatüristle birlikte el atması dolayısıyla Kutsal Damacana’yla edinilen kitleyi tatmin etmekte zorlanmayacaktır. O kitlenin içinde değilseniz zaten söylenilebilecek bir şey yok. Çünkü iki filmde parodi duygusunu aynı şekilde akıtıyorlar perdeye. Filmin güldürmekte bir sorunu yok, lakin Zincirbozan’dan aşina olduğumuz düşe kalka ilerleyen yönetmenlik Atıl İnanç suretinde bu filmde de kendini gösteriyor. Şafak Sezer’in filmin bir çok teknik öğesinden baskın olduğu düşünülürse (oyunculuk performansı da bu savı destekler düzeyde seyrediyor) Atıl İnanç zaten kendi yeteneklerini sergileyecek zamana ve uygun ortama sahip olamıyor. Yalnız bu durum sorunu sorun olmaktan kurtarmayı da sağlamıyor. Diğer bir göze batan nokta da tıpkı O Şimdi Mahkum’da olduğu gibi filmin özellikle finaline doğru sertliğin ve mizahın dozunun birbirini tamamlamaya makul şekilde ayarlanmasının başarılamayıp, hangi türe ait bir filmin kotarıldığının yüzde yüz kestirilememesi. Tabi bu da filmi gözü kapalı bağrına basacak kitlenin içindeyseniz pek bir önem arz etmiyor.
Son tahlilde Kolpaçino göze batan tarafları olsa da Kanal-i-zasyon’a nazaran daha insaflı yaklaşılabilecek bir iş olarak göründü gözüme. Ancak son dönem Türk Sineması’nda hiciv ve parodi anlamında mıcırlı yolda ilerlemeye çalışmayan, gönül rahatlığıyla olmuş diyebileceğim bir işin henüz tasarlanıp, önümüze konamayışı da aklımı kurcalamıyor değil.

Not: Bu arada her iki filmde de karşımıza çıkan, yapım şirketlerinin bir önceki filmlerine gönderme yapma telaşı da eğlendirici olmadığı gibi zekice de değil. Kolpaçino’nun alakasız bir yerinde televizyonda Kutsal Damacana oynarken, Kanal-i-zasyon’un bir yerinde de aynı şekilde Musallat’ı görüyoruz. Yalnız filmde Musallat ortalarından başlıyor, aradan iki dakika geçtikten sonra bir de bakıyoruz ki film finale dayanmış bile. İlginç bir ayrıntı muhakkak.