Lübnan’a Barışı Koruma Gücü gönderilmesi hükümetin gündemindeki bir numaralı meseledir. Sorun Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesi değil daha çok Türkiye’nin bu barışı koruma gücüne nasıl ve hangi koşullar altında katkıda bulunacağıdır. Ancak Lübnan’a asker gönderilmesi TC Anayasası’nın 92. Maddesine göre TBMM’nin onayını gerektirir.
Orta Doğu’daki olası barış üzerine olan tartışmalar hala önemli bir noktayı gözden kaçırmaktadır: Ne Hizbullah ne de İsrail buna hazır değildir. Hafta Sonu yapılan saldırılar göstermektedir ki ne Hizbullah ne de İsrail saldırılara son vermek istememektedir.
ABD’nin İsrail’i desteklemek üzerine olan Orta Doğu’ya yönelik politikası hala aynıdır ve İran bölgede yeni bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. İsrail, askeri amaçlarına daha henüz ulaşamamıştır ancak İsrail hükümeti sınarlarının güvenliğini sağlamak için her tür bedeli ödemeye hazırdır.
Lübnan hükümeti büyük bir uluslararası destek almıştır ve ülkenin yeniden inşası gündemdedir. Ancak Fransa’nın bölgeye Lübnan’ın akıl hocası olarak gelmesi tarihten kaynaklanmaktadır, şu anda Birleşmiş Milletler Barış Gücü kapsamında olsa da Fransa farklı bir politika ve misyon izleyecektir.
Diğer bir ifadeyle, Fransa ve İran Lübnan’daki önemli oyunculardır ve yeni bir siyasi kombinasyon ortaya çıkmaktadır. Lübnan’daki Birleşmiş Milletler misyonunun başarılı olabilmesi için daha fazla zamana ihtiyacı vardır çünkü Hizbullah’ın siyasi gücü azalmamış tam aksine artmıştır.
Bu, İsrail’in de istediği bir şeydir. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah tarihsel bir figür olan Yaser Arafat’ın yerini almıştır ve artık İsrail’in yeni düşmanıdır. Nasrallah çatışmanın mutlak galibidir ancak Lübnan’ın bu zafer için çok büyük bir bedel ödediği doğrudur.
İsrail ciddi bir tehdit altındadır ancak bu demek değildir ki İsrail haritadan silinebilir. Şu anda bütün uluslararası güçler bölgeye farklı bir perspektiften bakmaktadırlar ve Arap ülkeleri ve İslam ülkeleri arasında daha fazla bölünmeler beklemeliyiz. Ancak İsrail’in kazanan tarafta olacağına dair güçlü bir olasılık vardır çünkü İsrail’in Hizbullah’a karşı mücadelesi şu anda daha önce hiç olmadığı kadar meşru bir zemindedir.
İran ve Türkiye arasındaki yeni siyasi işbirliğini hesaba katmak gerekir. Son bir yıl içinde İranlı siyasetçiler ve bürokratlar sık sık Türkiye’yi ziyaret ettiler. İlişkilerdeki bu gelişme hatta yoğunlaşma Türkiye ve İran ilişkilerini yeni bir seviyeye getirdi. Terörist PKK şu anda her iki ülkenin de ortak düşmanıdır ve İran PKK ile mücadelede Türkiye’ye kendi askeri teknolojisini kullanarak yardım etmektedir ve edecektir.
ABD ve Türkiye tarafından yeni PKK koordinatörlerinin atanması meselesi çok kritik bir siyasi karardır ve bu PKK koordinatörlerinin ne yapabileceğini bekleyip görmek gerekiyor. Gerçek şu ki PKK şu anda birçok cephe ile karşı karşıyadır ve İran Türkiye’nin tarafındadır.
Hafta sonunda Hakkari yakınlarındaki doğal gaz boru hattına yapılan saldırının PKK militanları tarafından yapıldığı iddia edilmektedir ve bu aynı zamanda İran’a karşı da bu çatışmadan uzak durmasına yönelik bir mesajdır. Ancak bu bir sınır aşırı çatışmadır ve PKK iki ülkenin birleşik silahlı güçlerine karşı mücadele etmek durumunda kalacaktır.
Kuzey Iraklı Kürt liderler Mesud Barzani ve Celal Talabani er ya da geç bu çatışmanın içinde yer alacaktır. Türkiye’nin sınır güvenliği yeni bir boyut kazanmaktadır ve merkezi kurumlar tarafından sınırların korunması daha önce olmadığı kadar gereklidir. Sınırların İçişleri Bakanlığı tarafından korunup korunamayacağı başka bir sorudur. Ancak kesin bir gerçek var ki o da Türkiye’nin doğu sınırları korunmalıdır ve bugünün koşullarında bu mümkün değildir. Yeni teknoloji geliştirilmelidir. Türkiye bir kara ve deniz ülkesi olarak iyi korunmamaktadır ve hiç şüphesiz PKK güvenlikle ilgili sorunlardan faydalanmaktadır.
Türkiye’nin sınırları ne kadar çok yeni teknoloji ile korunursa PKK saldırıları o kadar çok engellenebilecektir. Görünen o ki sınır güvenliğinin sağlanmasında yeni teknoloji kullanılması Türkiye için sadece komşuları ile istihbarat paylaşımı için değil aynı zamanda sınırların daha etkin koruması için de gereklidir. 1990’larda Türkiye, İsrail ile bu bağlamda çok yakın ilişkiler kurdu ve bu nedenle İsrail hala Türkiye için önemli bir ortaktır.
İran’ın da etkili bir sınır güvenliği yoktur ve istihbarat paylaşımı işbirliğinin tek yoludur. Şu anda hem İran hem de Türkiye bu yeni sınır güvenliği teknolojisini uygulamaya koymalıdır.
Türkiye’nin PKK konusuyla ilgili olarak ABD ile ilişkileri Türk kamuoyunun tam desteğini alamamaktadır. Birçok Türk, PKK ile mücadele konusunda ABD’ye güvenmemektedir ve Türk hükümeti bu bağlamda çok dikkatli adımlar atmaktadır.
İran ve Türkiye’nin yakın ilişkisi ABD’yi endişelendirmektedir ve ABD askerinin Kuzey Irak’taki varlığı bir gerçektir ancak İran’ın gözünde istenmeyen bir durumdur. Ancak Irak-Türkiye sınırı boyunca güvenlik bazı analistlerin dediği gibi ABD’ye bırakılamaz çünkü PKK da ABD kartını Türkiye’ye karşı kullanmaktadır. Resmi olarak ABD Türkiye’nin tarafındadır ancak PKK hala güçlenmektedir her gün Türkiye’ye karşı daha cesur saldırılar düzenlemektedir.
Şu anda bütün koşullar altında Türkiye’nin sınırları en iyi teknoloji ile korunmalıdır. Deniz sınırları da dahil. Avrupa Birliği üye ve aday ülkelerin sınır güvenliğine büyük katkıda bulunmaktadır. Türkiye bu fırsatı mümkün olan en yakın zamanda kullanmalıdır.
Türkiye’nin sınırları bir bakıma AB’nin de sınırlarıdır. Bir sonraki AB ilerleme raporu kesinlikle bundan bahsedecektir ve Türkiye sınır güvenliğinde ne kadar çok AB teknolojisini kullanırsa müzakere sürecinde o kadar çok avantaj sağlayacaktır.
Gelecek yıllar bunu daha açık bir şekilde ortaya koyacaktır ve Türkiye’nin yüksek güvenlik teknolojisine duyduğu ihtiyacı gösterecektir. Hükümet bu meseleyle ilgilenme konusunda tavsiyeler alabilir. Askeri olarak korunma bugün gereklidir ancak yeterli değildir. Türkiye’nin yüksek istihbarat ve teknolojiye dayanan sınır güvenliğine ihtiyacı vardır. Günler geçmektedir ancak her geçen gün önemlidir.