İslam’ın Batının yeni düşmanı olarak Soğuk Savaştaki ideolojik karşıtlığın yerini alabileceği yönündeki ilk akademik argümanlar 1990larda ortaya çıktı.
O yıllarda Siyasal İslami hareketler liberal Müslüman ülkelerde güçlenmekteydi ve üniversiteler bu yeni konuyu analiz etme üzerine yoğunlaşmışlardı.
1990ların sonlarında İslam ve terörizm akademik yazılar ve basındaki makalelerde çok kullanılan sözcükler oldular. 11 Eylül saldırılarından sonra bu düşünceler zirveye tırmandı. Birçok kişi ABD Başkanı George W. Bush’un, saldırılardan birkaç dakika sonra Batıya karşı İslami cihat yapıldığını söylediğini hatırlayacaktır.
Geçen Cuma Bush, “İslami faşizm ve İslami faşist” terimlerini kullanmıştır ki bu terim, “Tarihin Sonu” makalesini yazan Francis Fukuyama tarafından da El-Kaide saldırılarından 1 yıl sonra kullanılmıştı.
Fukuyama kendini muhafazakar olarak tanımlamaktaydı ancak bana göre ABD yönetiminin Mart 2003’te Irak’a müdahale etme gibi yanlış bir karar vermesinden sonra liberal fikirleri benimsedi. Hiç şüphesiz, Fukuyama, ABD yönetiminin kendi söylemine dahil ettiği “İslami faşizm” terminolojisinin kurucusudur.
Geçen hafta ABD ve İngiltere’nin temel aktör olduğu uluslararası hava trafiğinde yaşanan kriz aslında kamuoyunun dikkatini Orta Doğu’daki savaştan uzaklaştıran bir olaydı ve bu, İsrail’e Hizbullah’ı teslim olmaya zorlamak için Lübnan’ı daha fazla bombalama olanağı sağladı.
Bütün taraflarca kabul edilen Birleşmiş Milletlerin ateşkes kararı geç kalmış bir karardır. ABD-İngiltere-İsrail hattı hala etkilidir ve İslam dünyası hala hareket etmemektedir. Onlardan herhangi bir hareket beklenmemelidir çünkü durumdan memnundurlar.
Batı genelde Müslüman vatandaşlarının yaşamını daha da zorlaştırmaktadır. Hafta sonu boyunca Avrupalı ülkelerde bir takım baskınlar oldu ve 40’ın üzerinde kişi tutuklandı. Aynı zamanda Batıda giderek daha fazla görünür olan İslam karşıtı duygular artmaktadır. Dinler çatışması başlamıştır ve Samuel Huntington daha önce hiç olmadığı kadar mutlu olmalıdır. Huntington 1990’ların ortasında makalesini yazdığında çatışmayı beklemekteydi veya belki de istemekteydi.
Bugün savaş bir gerçektir ve hızı artacaktır. Örneğin, Batılı ülkelerde uluslararası şirketler için çalışan binlerce Müslüman bilim adamı vardır. Müslüman oldukları için bu kişiler potansiyel terörist mi? Birçok uluslararası şirkette çalışan mühendis arasında hali hazırda gergin bir durum söz konusudur ve bu işyerleri kaynayan kazan gibidir.
Evet, İslam’ın bir imaj sorunu vardır ve şu anda İslam birçok devletin en büyük siyasi düşmanı olarak algılanmaktadır. Ancak büyük Müslüman nüfusa sahip ülkeler bununla nasıl başa çıkacaklar? Hindistan’da çok yüksek siyasi makamlara ulaşmış veya bilimsel topluluk içinde saygın bir yere sahip 200 milyondan fazla Müslüman yaşamaktadır.
Almanya diğer bir örnektir. Alman hükümeti de Müslüman ülkelerdeki nitelikli işgücünü kendi ülkesine çekmeye çalışmaktadır. Küçük ve orta büyüklükteki Avrupa ülkelerinde de birçok Müslüman bilim adamı çalışmaktadır. İngiltere geleneksel olarak ilk sıradadır ancak Fransa’da da 6 milyon Müslüman işçi yaşamaktadır.
Şu anda dünya Soğuk Savaştan çok daha tehlikeli bir döneme girmektedir. İnsanlar dinleri için ölmeye daha hazırdırlar. Sorun, belirli İslami rejimler ve devletlerin İslami propagandası sonucu ölümüne mücadele etmeye hazır milyonlarca genç insanın varlığıdır.
Türkiye de yükselen İslami radikalizmin tehlikesi ile karşı karşıyadır. Hatta Yüksek Askeri Şuranın son toplantısında dini guruplara katılma nedeniyle 60’tan fazla silahlı kuvvetler mensubu ordudan ihraç edilmiştir. Ancak daha tehlikeli olan gerçek birçok İslami radikalin devlet kurumlarına sızmasıdır. İçişleri Bakanlığının verilerine göre son birkaç yılda sayıları önemli ölçüde artmıştır.
Türkiye’nin İslami radikalizm nedeniyle ne kadar büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğu başka bir akademik tartışmanın konusudur. Gerçek şu ki Türkiye, İslami radikallerin potansiyel hedefidir çünkü Türkiye’nin Batı ile yakın bağları vardır.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın geçen haftaki ziyareti Türkiye ve Arap Dünyası arasındaki farkın en iyi örneğidir. Kralın milyar dolarlar yatırma sözü sadece fındık fıstıktır Kral sadece sağlık sektörü ve hastanelere yatırım yapmakla ilgilenmektedir.
İyi, ancak önemsiz. Ziyaret boyunca İslam dünyasının ortak sorunları tartışılmıştır ancak somut çözümlere ulaşılamamıştır. Her iki ülke için de İslami radikalizm bir tehdittir ancak motivasyonları farklıdır. Türkiye laik bir ülkedir, Suudi Arabistan ise Batı tipi bir demokrasiye sahip olmayan bir krallıktır. Ancak her iki ülke de ABD’nin İsrail’den sonra bölgedeki en iyi müttefiklerdir.
Türkiye bu savaşta nerede yer alacak? Bu gelecek günlerdeki en ilginç soru olacak. Türkler büyük olasılıkla Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi Batı’nın yanında yer alacaktır. Türkler aynı zamanda İslam’ın düşman olmadığını ve radikal gurup ve hareketlerin İslam’ı temsil etmediğini gösterme sorumluluğunu üstlenmişlerdir. Ancak Türkiye’nin büyük bir sorunu vardır: Türk kurumlarını İslami radikallerden arındırmak.
İslam ve Batı arasındaki entelektüel duvar giderek güçlenmektedir. “Batıya karşı diğerleri” diye bir formül yoktur. Bu, çok tehlikelidir. Ancak ABD yönetimi mücadele etme konusunda kararlı görünmektedir ancak bedeli çok ağır olacaktır. Batılı toplumlarda İslam korkusu artmaktadır ve yeni nesiller farklı mentalitelerle büyümektedirler. Sorun hükümetler değildir daha çok temas halinde olan toplumlardır.
Son tahlilde yolculuk daha sınırlı ve zor olmaktadır. Bu, bir oyun değil çünkü korku güvenlik taleplerini artırmaktadır ve bu, gelecek günlerde en önemli şey olacaktır.
Bundan kim fayda sağlayacak? Tabi ki korku satanlar. Radikal İslami guruplar veya belli hükümetler. Kim kaybedecek? Sıradan vatandaşlar. Bu, küreselleşmenin bir sonucudur. Yakın zamanda bir çözüm olabilir mi? Hayır. Yeni Dünya Düzeninin yeni şovuna hoş geldiniz!