Türk hükümetinin Lübnan’a asker gönderme kararını Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer geçen hafta bir resepsiyon sırasında bazı soruları cevaplarken çok güçlü bir şekilde eleştirdi. Meclis Başkanı Bülent Arınç, Cumhurbaşkanının sözlerinin kendi kişisel görüşleri olduğunu ve hükümetin konuyu Meclis gündemine getirme ve onay alma kararını bağlamayacağını söyledi. Aslında Meclis büyük olasılıkla onay vermek için 19 Eylülde toplanacaktır. Önemli olan Sezer’in kişisel görüşlerinin hükümetten yapısal olarak farklılaşmasıdır ve bu, iki önemli kurum olan cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık arasında siyasi bir mesele haline gelmektedir.
Birçok meselede Fransa siyasetinde olduğu gibi Türkiye’de de “cohabitation”a (Bir arada varolma) ihtiyaç vardır. Bunu tek tek ele alalım.
Sezer Lübnan’a asker gönderilmesine karşıdır çünkü Türkiye’nin kendi güvenlik sorunları vardır. Bu görüşe göre, Türkiye, kendi güvenliğini güvence altına almadan başka ülkelerin meselelerine karışmamalıdır. Eğer Türkiye’nin ulusal bir çıkarı varsa o halde tabi ki oraya asker göndermelidir. Ancak Sezer şu anda Lübnan meselesine karışmada Türkiye’nin herhangi bir ulusal çıkarının olmadığını düşünmektedir. Sezer, bunu, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) dahil ilgili bütün platformlarda dile getirmiştir.
Sezer her zaman hükümetin Orta Doğu meselelerine karışma politikasına karşı olmuştur. Ancak Türk hükümetinin Orta Doğu’ya yönelimi son 4 yıldaki dış politikamızın köşe taşıdır ve hiç şüphesiz Türkiye Orta Doğu meselelerinin içindedir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Orta Doğu politikası bölgeye pro-aktif katılımı öngörmektedir ve Türkiye birçok meseleye müdahil olmuştur. Erdoğan birçok kez Lübnan’a asker gönderme konusundaki isteğini dile getirmiştir ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Orta Doğu’yu en azından haftada bir kez ziyaret etmiştir veya Orta Doğu’dan birini kabul etmiştir. Hükümet ve cumhurbaşkanı, Türkiye’nin ulusal çıkarları konusunda aynı görüşleri paylaşsa daha iyi olurdu. Görünen o ki aynı terminolojiyi kullanmamaktadırlar. Erdoğan geri adım atar mı? Büyük olasılıkla atmaz. Eğer atarsa o zaman bu, onun Orta Doğu politikasının sonu olur. Şu anda Lübnan’a gidecek 7000 askerin liderliğini Fransızlar ve İtalyanlar yapacak ve Türkiye’nin kararsızlığı bölgede endişeye neden olmaktadır.
Cumhurbaşkanı ve hükümet arasında yaşanacak bir çatışmadan kaçınılmalıdır. Sezer’in görüşü, modern Türk tarihinde kötü anıları olan ve Orta Doğu’ya asker gönderilmesine karşı olan kamuoyunun da genel tavrını yansıtmaktadır. Birçok Türk için Orta Doğu Türk askerlerinin gitmemesi gereken bir yerdir. Ancak hükümet için bu, şu anda önemli bir dış politika kararıdır.
Sezer’in, büyük güçler Türkiye’yi asker göndermesi için etkilemeye çalışıyorlar görüşü diğer bir tartışma konusudur. Bazı büyük güçlerin neden asker göndermedikleri eğer Fransa ve İtalya’yı düşünmezsek meşru bir sorudur. Türkiye’nin muharip güç değil insani yardım göndermesi gerektiği görüşü cumhurbaşkanı ve hükümet arasındaki güçlü farkı gösterir. BM’nin 1701 nolu kararı aslında ateşkesi öngörmemektedir daha çok savaşan taraflar arasında düşmanlığın azaltılmasını öngörmektedir. Sezer’in, insani yardım sadece sivil örgütlerce yapılabilir görüşü doğrudur ancak her zaman Türkiye’de şüphe ile karşılanır. Tabi ki her zaman savaş olabilir ve Türk askeri buna dahil olmayabilir. BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın gelecek hafta yapacağı Ankara ziyareti büyük olasılıkla cumhurbaşkanının görüşlerini değiştirmeyecektir. Ancak hükümet koşulların netleşmesini istemektedir.
Batıda ve Orta Doğu’da Türkiye’nin Lübnan’a asker gönderme konusunda çok hevesli olduğu şeklinde bir imaj oluşmuştur. El Cezire ile geçen hafta yapılan bir röportajda Türkiye’nin bu isteğinin gerisindeki nedenler ile ilgili sorulan soruları cevapladım. Bunun doğruyu yansıtmadığını söyledim; Türkiye’de güçlü bir tartışma olduğunu ve büyük olasılıkla hükümetin erken kararının bu tip bir imaj yarattığını söyledim. Bu yeni tartışma ile şu anda en azından Orta Doğu ülkeleri bu bağlamda kendi görüşlerini düzeltebilirler. Diğer taraftan Türkiye’nin Orta Doğu’da olmaması hükümet için diğer bazı tartışmalara neden olabilir ve hükümet için sorun oluşturabilecek bir şekilde Türkiye’nin güvenilirliği sorgulanabilir.
Sezer’in hükümetle farklılaştığı diğer bir nokta da tartışılması gereken bir terim olan PKK koordinatörünün atanmasıdır. Aslında Koordinatörün görevi savaşan tarafları görüşme ve müzakereler yapmak üzere bir araya getirmektir. En azından uluslararası ilişkiler terminolojisinde durum budur. Ancak Türkiye, bir devlet olarak PKK’yı muhatap kabul etmemektedir. PKK’yı bir terörist gurup olarak görmektedir ve herhangi bir koşul altında müzakere etmeyi reddetmektedir. Amerikan hükümetinin girişimi bu bakımdan hükümet, asker ve cumhurbaşkanlığı arasında büyük bir çatışmaya neden olmuştur. Yeni Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın beyanları spekülasyonları sona erdirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti etnik ayrımcılıkla yani PKK ile her ne pahası olursa olsun mücadele etmeye devam edecektir ve üniter devlet yapısı değişmeyecektir. Bu, hükümete yönelik açık bir mesajdır, Kürt sorunu PKK sorunu ile aynı çizgide ele alınmaktadır ve devletin etnik olarak yeniden yapılanması söz konusu değildir. Erdoğan’ın Kürt sorunu benim kişisel sorunum şeklindeki beyanı onun kişisel sorunu olmaya devam etmektedir ancak beyandan da anlaşılabileceği gibi devletin sorunu değildir. En azından Türk ordusu Büyükanıt’ın dediği gibi bu çatışmanın bir tarafıdır ve hükümet bu konuda bir uzlaşmaya varamamıştır. Diğer bir ifadeyle Türkiye, bu meselede daha da sertleşmektedir ve AB’nin Türkiye ile ilgili ilerleme raporu Ekim’de diğer bir krize neden olacaktır. Hem cumhurbaşkanı hem de genel kurmay başkanı aynı görüşleri paylaşmaktadır. PKK Türkiye Cumhuriyetine karşı bir numaralı ayrılıkçı tehdittir. Geçmişin politikalarına bir dönüş vardır ve hükümetin Kürt meselesindeki kazanımları etkili değildir.
Sezer’in, Irak devlet başkanı celal talabani’yi Ankara’ya davet etmemesi çok önemlidir çünkü talabani’nin PKK ile etkin mücadele etme sözüne güvenmemektedir. Aslında PKK Irak’ta hala aktiftir ve Türkiye-ABD ilişkileri bu mesele konusunda daha fazla güvensizlik yaşamaktadır. ABD bu koşullar altında bir PKK koordinatörü atamalı mıdır? Büyük olasılıkla atamamalıdır. Hatta eğer atanırsa hükümet eğer cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanı kabul etmezse bunu nasıl kabul edebilir? Evet, şu anda hükümet zor bir dönem geçirmektedir.
Hükümetin Lübnan’a asker gönderme kararı içte güçlü bir tartışmaya neden olacaktır. Muhalefet partileri şu anda ret korosu oluşturacaktır. Ancak hükümet bunu yapabilir ve büyük olasılıkla da yapacaktır. Sorun hükümetin gelecek seçimlerde nasıl bir bedel ödeyeceğidir. Türk dış politikası şu anda yönünü yitirmektedir ve hükümetin Orta Doğu’ya müdahil olmasının bedeli yüksek olacak gibi görünmektedir.
Hükümet, geçen hafta ülkenin değişik bölgelerinde çıkan orman yangınlarına müdahalede çok zayıf ve etkisiz kalmıştır. Bunlar belki de tarihteki en kötü yangınlardır ve yangınla mücadele etmeye yetecek yeterli insan gücü, malzeme, uçak ve helikopter yoktur. İspanya, Portekiz ve Yunanistan’da da bu yıl yangınlar görülmüştür ancak hiçbiri bu kadar zayıf değildi. Hükümet orman yangınları konusunda başarısızlığa uğramıştır ve insanlar bu açıdan hükümete öfkelidir. Orta Doğu günümüz koşullarında tam bir cehennem ateşidir. Sezer’in bizim kendi güvenlik sorunlarımız var sözü orman yangınlarını da kapsamaktadır. Bütün hepsi doğrudur ancak hükümet de karar almaya zorlanmaktadır. Gelecek aylarda hükümeti ve Türk halkını zor zamanlar beklemektedir.