Popüler Olanı Sevimli Olana Kırdırma Telaşının Tökezlediği Bir Film

Paylaş

Son dönemde imza attığı/yol yordam gösterdiği işleri, üslubunu daha yazıp çizmeye başladığı anda oturtmuş(kitlelere kabul ettirmiş filan demiyorum)birinin sanat hayatının bu döneminde imza atacağı bir şeyler olarak görmeyip, hevesle takip etmeye çalışmasam da Yılmaz Erdoğan’ı senarist sıfatıyla severim. Hoş bir kalemi vardır. Hoş derken;uyku öncesi işlevli hafif müzikler hoşluğunda değil, zaman zaman ucu açılan zaman zamansa küt bırakılan bir kalemin hoşluğudur beni ilgi göstermeye iten. Her nasılsa, bir ilk iş olma handikaplarından nerdeyse hiçbirine takılmadan, filmografisinin en iyi işi olarak nitelediğim Vizontele’yi yazıp-yönetmiştir bir kere. Lakin yazımın hareket noktası olarak gördüğüm ve son ürünü Neşeli Hayat üzerinden konuşmaya çalışacağım pürüzlerin semptomlarının görünmeye başladığı, estetiğin “kalemin” önüne geçtiği dönemin de başlangıcını teşkil eder Vizontele sonrası. Neşeli Hayat ise galiba şeklin toparlandığı, yazının ise bu toparlanmaya ayak uydurmaya çalıştığı bir iş olarak hatırlanacak.
Genel çerçevede Neşeli Hayat için hem anlattığı hikaye, hem hikayenin dağıtıldığı coğrafya dolayısıyla Erdoğan’ın en “küçük” filmi yakıştırmasını yapabilirim. Az önce bahsettiğim sinematografik sorunlar Neşeli Hayat’ta ya hiç yapılmıyor, ya da tam ters istikamette yapılandırılıyor. Örnekse Vizontele:Tuuba’da’ki gereksiz yan karakterler yerlerini işlevsiz yan hikayelere bırakırken, en kötü işi olarak gördüğüm Organize İşler’deki hikayesizlik ve salt görüntü yönetmenliği ise burada iddiasız görünmeye çalışan görüntü yönetmenliğiyle, masalsı-realist-eleştirel olay örgüsünün oluşturduğu bir hikayeye paylaştırılacak şekilde değiştirilmiş, dönüştürülmüş.
Vizontele’de günlük hayattan izolelikle desteklenen, yaban kalmaktan doğan mutluluğun maddesel bir şekilde resimleştirilen bir yenilenme olgusuyla kapışması vardı, Vizontele:Tuuba’da buna değişimin alıp götürdükleriyle, düşünme eylemi üzerinden fikir hoşgörüsü eklenmişti. Organize İşler’de ise suçun-kötülüğün yine kötülük üzerinden tımarı, iyilik üzerinden de çözümü görselleştirilmeye çalışılmıştı.
Neşeli Hayat ise işe sade bir kapitalizm eleştirisi olarak başlıyor. Geçim çarkını döndürmek için çırpınan insanları gülünçleştiren, gülünçleşebildikleri ölçüde onlara değer veren bir düzeni eleştiriyor da denebilir bir bakıma. Ölçülü sinema dili, ”hoş” diyaloglar seyir zevki yüksek bir filmi müjdeliyor gibi görünürken, işin monotonlaşmaya başladığı zaman diliminde senaryo şık bir manevrayla filmi daha zenginleştirebilecek bir yöne dümen kırıyor. Filmin ismiyle bağdaştırılan, başlangıçta hissettirilen alt metinleri derinleştiren bir yol bu. Her şey yolunda giderken, şartların Noel Baba’ya dönüştürdüğü adamın hayat mücadelesiyle, “Neşeli Hayat”ın alt üst olup, mağdur ettiklerinin hak arama çabası, bu çabanın da aynı yolun yolcularını karşı karşıya getirmesinin başlattığı aksiyon birbirine uyumlu bir şekilde aksederken Erdoğan bir de aile temelleri üzerine mücadeleyi sokuyor işin içine. Ama ilk iki maddeyi filmin temasından tekmeledikten sonra yapıyor bu işi. Anlamsız. Gerek yok. Zaten biz baş karakterin hayat mücadelesi çatısı altında ne için mücadele ettiğini, ailesine karşı hislerini, düşüncelerini, planlarını öğrendik. Ailenin karakter için ne ifade ettiğini koskoca bir olay örgüsünü filme dahil edip, onun üzerinden de filmi nihayete erdirerek göstermeye ne hacet var. Görünürde yok, ancak biraz kurcalarsak bu hareketin bir taktik icabı gerçekleştiğini okumak mümkün. O da başlıkta dillendirdiğim popüler olanı sevimli olana kırdırma gayreti. Seyir zevki yüksek kısımların popüler sinema kültürüyle bağdaştığı savı doğru. Ama olumsuz bir durum değil. Zaten popüler olana gösterilen ön yargı ya da haklı eleştiri burada işlemez ki. Sonuçta sinema diliyle homojen bir birliktelik gösteren, ona hizmet eden bir popülerlik var bu filmde. Erdoğan bundan neden çekinmiş bilmiyorum.
Sebepler tartışılabilir. Türk izleyicisinin entelektüellik kavramının çizgilerini nasıl çizdiğinden, popüler kültür ve patentli ürünlerinin bu çizgilerle olan ilişkisinden doğan ikilemlerden hareketle genel bir resimde çizilmeye çalışılabilir. Bunlar başka başka yazıların konusu tabii ama Neşeli Hayat’ın görünen en büyük arızası için de değinilmesi gereken bir mevzu.
Bu mevzu paralelinde bir de finale doğru bastıran masalsı bir hava var. Filmin mutlu sonla ya da seyircide ufak bir gülümseme oluşturacak şekilde bitirilmesi de bu üslubu desteklemek mahiyetinde. Alaturkalaştırılan Noel Baba’nın, sistem eleştirisini bir kenara koyup;”Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışan” şahısın, ancak bu yolla başarılı olup işleri yoluna koyması, yetmeyip insafsızlık yapan cümle alemi de utandırmayı başarması üzerine bir cümle kurarak bitiriyor filmini. Ya da yalnızca mutluluk kavramının üzerine inşa edilmiş bir film olarak da görebilirsiniz Neşeli Hayat’ı. Hatta ve hatta nedendir bilinmez finale doğru sıkıştırılmış iletişimsizlik-“en yakınındakine bile gösterilen kapalılık” temaları üzerine dile getirilen eksik yapılandırılmış cümleleri de kıssadan hisse mantığıyla koyabilirsiniz heybenize. Şartlar tüm bu ana fikirler/mesajlar için müsait.
Sonuç olarak;Neşeli Hayat vasatın üzerinde seyreden bir film. Oyunculuk açısından yan karakterlerin sırıtmadığı, Erdoğan’ın ise teker teker herkesten rol çalmayı başardığı(ilk kez) bir film. Organize İşler’den bir gömlek üstün bir film.
Lakin, Bir Demet Tiyatro ve Otogargara’da komediyi dramatik yapıya ustalıkla yediren, Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü? ve Bana Bir Şeyhler Oluyor’da sırtını yetkin diyaloglara yaslayıp nitelikli dramlar yaratan, Cebimde Kelimeler’de salt kelime oyunlarından mizah çıkartan, Haybeden Gerçeküstü Aşk’ta ise kadın ve erkek gibi iki girift kavramı karakterize etmeden dramatize etmeyi başaran bir yazarın sinemada teknik olarak en zor görünen işi Vizontele’ye yazılabilecek en iyi senaryoyu yazdıktan sonra hiçbir filminde aynı dengeyi kuramaması, lezzeti yakalayamaması son işinin(ve öncüllerinin) başarısını gölgeleyen en büyük etmen.
Yılmaz Erdoğan tiyatro metni yazarlığındaki konsantrasyonunu, adapteliğini sinema teksine yansıtamıyor.
Ya da kırsalı şehirden daha iyi tanıyor…

Mail: ahmetcanyldz@yahoo.com