Türkiye’de en fazla sorulan soru şudur: Irak’ta ne olacak ve Türkiye nasıl bir barış aramaktadır?
Geçen Çarşamba günü Amerikan Başkanı George W. Bush’un açıkladığı yeni Irak planı pek umut verici değildir; ancak ABD’nin öngörülebilir gelecekte Irak’ı terk etmeye niyetli olmadığını göstermiştir.
Başkan Bush’un, Amerikan işgalinin bölgeyi daha da istikrarsızlaştırdığını itiraf etmesi bile Bush Yönetimi’nin bu durumu hesaplamış olması gerektiğini değiştirmez. En önemli soru, Amerika’nın kaybedip kaybetmediği değil; ABD’nin bölgede İngiliz İmparatorluğundan daha uzun süre kalıp kalmayacağıdır.
Orta Doğu’da, İngiltere yerini 1950’lerin başında ABD’ye bıraktı; fakat şimdi öyle görünüyor ki ABD bölgede – bütün teknolojik ve askeri gücü ile—kalmaya devam edecek ve İran, Suriye ve diğer Arap ülkeleri yeni Irak’ın şimdiden ABD’nin “yeni stratejik müttefiki” ve “stratejik ortağı” olarak takıma katıldığı acı gerçeği ile karşılaşacaktır.
İşte bu çerçevede, Türkiye kaybeden bir ülke olarak değil stratejik önemi bir ölçüde azalmış bir ülke olarak değerlendirilmelidir. Bu durum Türkiye’yi Irak politikasında daha fazla değişiklik yapmaya zorlayacaktır.
Gerçekten de Türkiye’nin kaygıları artmaktadır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’yi, Türkiye’nin PKK’ya karşı mücadelesini anlamamakla ve tek taraflı hareket etmekle suçlaması kesinlikle doğrudur. Kabul etmesi zor olsa da Türkiye, ABD’nin Irak işgaline destek vermeyi reddettiği 1 Mart 2003’ten beri Amerikan stratejik planlarında “ikinci sınıf ülke” olarak tanımlanmaktadır.
Bağdat’taki Irak Hükümeti Kuzey Irak’ın Amerika himayesi altında olduğunu ve Iraklı Kürtlere karşı hiçbir ülkenin askeri bir operasyon yapamayacağını fark etmiştir. Bugün Mesut Barzani o kadar güçlü ve kendinden emin ki bizzat kendisi değil, sözcüsü Türkiye’yi Kuzey Irak’a girerse başka bazı ülkelerin de Türkiye’nin içişlerine karışacağını söyleyerek tehdit etti.
Bu durum ünlü yazar Yaşar Kemal’in açıklamaları ile uyumlu mudur? Cumartesi günü, Ankara’da “Türkiye Barışını Arıyor” başlıklı konferansta “Türklerin en iyi dostları Kürtler’dir” dedi. Bu Iraklı Kürtleri de içerir mi?
Türkiye yeni bir sorunla karşı karşıyadır ve bu sorun bu yıl Türk iç siyasetini belirleyecektir.
Konferans süresince bütün konuşmacılar iç barışın ne kadar önemli olduğunu vurguladı fakat hiç kimse bu barışın kurulması için somut adımlar önermedi,
Bazı istisnalarla birlikte, bütün konuşmacılar 1960’lardan beri Türkiye’yi sosyalist bir ülkeye dönüştürmek için hayatlarını ortaya koyan “olağan şüpheliler” olarak görülebilir. Kürt sorununu çözmek için onların ikinci girişimleri terörizmi ve ayrılıkçılığı reddetmeksizin, başka bir başarısızlığa şimdiden mahkum görünüyor.
Kürtlerin orada var olduğunu kimse inkar etmiyor, fakat Türkiye Anayasası hala geçerlidir ve buna göre tek bir millet vardır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, Kürtlerin Türklerin akrabaları olduğunu söylemesi yerinde bir açıklamadır. Mesele ne Türklerle Kürtler arasında bir akrabalık bağı olup olmadığı ne de Türkiye’nin daha fazla kan dökülmeden bu sorunun üstesinden gelip gelemeyeceğidir.
Şimdi, Türkiye bu yıl iki önemli seçimin eşiğinde, Türkiye’deki Kürtler gerçekten ne istediklerine karar vermelidir. Konfederasyon önerileri veya Demokratik Toplum Partisi başkanı Ahmet Türk’ün bir röportajda ileri sürdüğü Türkiye’nin Türkler ve Kürtler’ den oluştuğu iddiaları PKK terörünün bu ülkede yol açtığı yaralara merhem olmuyor.
Bütün kurumları ile modern Türkiye şimdi yüzyılın sorunu ile karşı karşıyadır; ve uzlaşma — eğer konferansta böyle tanımlandıysa — için somut bir plan yoktur.
Bu coğrafyada, Birinci Körfez Savaşından sonra Saddam Hüseyin’in intikamı gibi gerçektir. Cin şişeden çıkmıştır ve hiç şüphesiz bölgedeki her ülke bu sorunla yüz yüzedir. ABD Orta Doğu’da kaldığı sürece –genel olarak — Kürtler güçlenecektir.
Kürtler bütün özellikleri ve özel siyasi gayeleri ile şimdiden, Türkler, Araplar ve İranlılar’ın yanı sıra Orta Doğu’yu şekillendirebilecek yeni bir siyasi unsur olarak görülmeye başlanmıştır.
Orta Doğu’da hiçbir hükümet, Kürtlerin aynı zamanda Avrupa iş çevrelerinin bir parçası olduğunu inkar edemez. Küreselleşme çağında Türkiye dahil hiçbir devlet, halkların zihnindeki siyasi fikirler ile bu teknolojik sızmayı engelleyemez.
Danimarka’da Roj-TV örneğini ele alalım. 2005 yılında Danimarka’yı ziyaret ettiğinde Türk Başbakanı’nın, Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen ile ortak basın toplantısı yapmasını engelleyen “milliyetçi tavrı” Türkiye’de alkışlandı, fakat Roj-TV hala oradadır ve Türkçe yayın bile yapmaktadır.
Avrupalıların her Türk vatandaşına sorduklar iki soru vardır: Ermeni “soykırımını” neden tanımıyorsunuz ve Kürtlere kendi topraklarını ve özgürlüklerini niçin vermiyorsunuz?
Haydi bu sorunla yüzleşelim! İlk defa 1995’te, Der Spiegel dergisindeki mülakatında Kürt olduğunu açıklayan fakat Türkler tarafından Türk Dili’nin ustası olarak tanınan Yaşar Kemal dahil Kürt aydınları da son 24 yıldır, PKK terörünün neden olduğu gelişmelerden sorumludur.
Onların hiçbirisi hala etnik terörizme karşı çıkmamıştır ve Türk halkına –sanki yeni bir şeymiş gibi –Türkiye’nin en iyi dostlarının Kürtler olduğunu söylemektedir.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Hem Türk hem de Kürt asıllı bir milyondan fazla aile vardır. “Türklük” işte bu yüzden Türkiye’de yaşayan bütün vatandaşları nitelemektedir.
Hatta, Türkiye’nin sosyal yapısı bu gerçekle yüzleşmektedir, fakat şimdi Kürtler hala bir Türkiye olduğunu ve Kürt asıllılar dahil her Türk vatandaşının, Türkiye’nin sosyal refaha kavuşmuş bir demokratik ülke olması gerektiği hususunda hemfikir olduğunu ortaya koymalıdır. Küresel ve bölgesel sorunlar herkesi birlikte çalışmaya zorlamaktadır.
Kürt aydınların bu konuda, mesela Türkiye’nin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da nüfus artışını durdurması gerektiği ve “töre” cinayetlerine yol açan ve kız çocuklarının okula gönderilmesini engelleyen aşiret anlayışını durdurması hususunda ne düşünmektedir? Kürt aydınları ve politikacıları Türkiye’nin geleceği ile ilgili beklentilerini açıklamalıdır. Eğer Türkler bu bölgeyi modernleştirmekte başarısız ise – ki bu kısmen doğrudur – Kürt aydınlarının ve siyasilerinin bölgeyi modernleştirmek için ne gibi planları vardır? Bu yıl ve önümüzdeki yıllarda sorulacak pek çok soru var.
Bütün yazılarımızda, Erdoğan Hükümeti’nin bugüne kadar ki en liberal ve en güçlü iktidar olduğunu belirttik. Fakat Başbakan da hayal kırıklığına uğramıştır ve bu nedenle büyük ölçüde geri adım atmıştır. Soru kısaca şudur; hafta sonu Ankara’da toplanan Kürt aydınları neden Başbakana yeterli siyasi destek vermemiştir? Yaşar Kemal’den Vedat Türkali’ ye birçok eski sosyalist ve komünist bu konuda özeleştiri yapmalıdır. Bunu daha önce yaptılar ve şimdi bunu tekrar yapma zamanıdır.
Türk Hükümetlerini ve Türkleri suçlamak problemi çözmez. Sorun; eğer etnik terörizmi körüklemek ve 30.000 insanı katletmek yerine müzakere etmek istiyorlarsa bu zamana kadar masaya uygulanabilir ne koydukları cevaplanmamış bir sorudur. Türkleri topa tutmadan önce Kürt aydınları yıllardır işledikleri günahları düşünmelidirler. Ancak her iki taraf da kendini yeterince temizledikten sonra taze bir başlangıç yapılabilir!