Kurban ve Bayram Üzre…

İslâm’ın bayramlarından ikincisine ermiş olduk. Bu vesileyle, kurban ve bayram üzerine biz de birkaç satır yazalım diyoruz.
Kurban… Aslen Arapça olup, Allah”a mânen yaklaşmak anlamına gelen fiil. Fiilin aracı olmak üzere boğazlanan hayvan. İslâm”da kurban kısaca işte budur. Deve, keçi, koyun ve sığır kurban olabilmekteyse de, tercih edilen hayvan koyunun erkeği olan koçtur. Bu yüzden, Ülke’mizde kurban deyince akla gelen de gene koç olur.

İslâm”ın kurbanı, Kuran”daki bir kıssada Hz. İbrâhim”le oğlu İsmâil arasında ifâdesini bulur. Saffât sûresi bunu şu şekilde anlatır: Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil (Tevrat”ta İshak) için rüyâsında ilâhî bir emir alır. Gene rüyâsında İsmâil”i kurban etmektedir. Uyandığında bunu oğluna anlatır. Oğul da tevekkülle boynunu büker, baba, mâdem ki öyle beni kurban edebilirsin, der. Hz. İbrâhim bundan sonra İsmâil”i alnı üstüne çökertir. Ama bu bir sınavdır ve Hz. İbrâhim, tam bıçağına davrandığı anda durdurulmuştur. Hem İbrâhim’in ödülü, hem de oğul İsmâil’in yerine kurban edilmek üzere gökten bir koç indiri¬lir. Şu var ki, ilâhiyatın ilk kurbanı bu değildir. Çok daha öncesi de vardır: Hz. Âdem’in ikiz oğullarından Hâbil sürülerle hayvanlar yetiştirmektedir. Bir gün bunları Allah’a kurban adamıştır. Allah adağı kabûl etmiş olmakla, sürüler de ilk kurbanlar sayılmışlardır.

Öte yandan, bu konuda ilim de boş durmayıp kurbanı enine-boyuna araştırmıştır. İlmin vardığı sonuç şöyledir: İnsanoğlu taş devrinden bu yana, yâni insan sıfatıyla ortaya çıktığından beri kurban adamaktadır. Tabiat karşısında âciz ve çâresiz kalan insanlar sığınacak bir şeyler, bir yerler aramışlardır. Sâdece bir köşesinde yaşadıkları uçsuz-bucaksız evreni düşünerek, yaratıcı bir gücün varlığına inanmaya başlamışlarken, daha sonra o gücü bölmüşler ve bir çok tanrılar îcat etmişlerdir. Tıpkı, bir hükûmetin bakanları gibi ayrı görevler yüklenen bu tanrılar, taştan heykeller v.b. figürlerle de şekle sokulmuşlardır. Hangi tanrıdan bir şey istendiği sanılıyorsa, kurban da ona adanmıştır. Kurbanlar burada ikiye ayrılmışlardır: Canlılar ve cansızlar! Cansızlarda, başta tahıllar olarak; bal, ceviz, kök, ot, süt, şarap, üzüm, yağ, yaprak ve zeytin türünden maddeler bulunurlar. Canlılar arasındaysa; at, balık, deve, domuz, kaz, keçi, koyun, köpek, sığır ve tavukları sayabilmekteyiz. Ancak, canlı kurban bundan ibâret kalmamıştır. Kurbanın daha yüksek bir değer kazanması istendiğindeyse akla insan gelmiştir! Kurban olacak insanlar çoklukla esirlerdir. Bundan sonra genç ve yakışıklı erkekler, hepsinin üstünde de genç, güzel ve bâkire kızlar kurban seçilip boğazlanmışlardır. İlkel insan, böylece ve inancı uyarınca tanrısına sevimli görünüp ona yaranmak istemiştir! Güyâ, tanrısının sevgi ve desteğini kazanmıştır! Bu tür kurbanlar konusunda öyle çok gerilere dönmeye gerek yoktur. Bundan henüz beşyüz yıl önce; Aztek, Maya ve Tolteklerin ülkesi Meksika”ya ayak basan Hernán Cortés önderliğindeki İspanyol fâtihler, Bura’da, kurban edilen insanlardan fışkıran kanla duvarları âdetâ sıvanmış mâbetler bulmuşlardır! Avrupalıların, Amerika’yı fetihleri sıralarında yerli halka zulmettikleri bir gerçek ise de, böyle barbarlıkları önledikleri de aynı derecede gerçektir.

İslâm öncesindeki Türkler, ölen erkeğin ardından onun atını kurban edip ikisini birlikte gömerlermiş. Gömerlermiş ki, ölen kişi öte dünyâda dahî atına binebilsin! Türklerinki, kurban konusundaki son derecede uygar ve mâsum bir uygulamadır. Anadolu-Trakya hâriç Karadeniz”in çevresinde yaşamış İskitler ise, ölen erkeğin ardından onun en sevdiği eşini kurban edip ikisini birlikte gömerlermiş. Burada kurbanın ilginç yanı şudur ki, ölenin en sevdiği eşi olabilmek, böyle sayılabilmek için, geride kalan eşler arasında epey bir çekişme yaşanırmış! Ölenin en sevdiği eş sayılmayıp kurban da edilemeyen, yâni hayatta kalan eş bunu ciddî bir onur meselesi yapar, bayağı bir üzülürmüş! Bunun benzeri bir tören Hindularda da bilinmektedir. Görünen odur ki, Hindistan’daki yasalar eğer uygun olsalardı, bu tür îdam törenlerinin hâlen de devam edeceğinden hiç bir kuşku bulunmamaktadır!

Doğum yerimiz Vize”nin kuzey doğusunda, Karakoçak adıyla kaya kitlesi bir tepe vardır. Târih öncesi döneme ilişkin buradaki kurban sunağı izleri, bugün bile görülüp-seçilebilmektedirler. Gene Vize‘den, babamızın babası olan dedemizce Edirne’ye getirilmiş Roma devri mermer kurban sunağı bloku, hâlen Edirne Müzesi bahçesinde sergilenmektedir. Bunlar, kurbanın eski devir kültürlerindeki yeri ve önemini göstermeleri bakımından ilginç örneklerdirler.

Bayram deyince, zihnimizde ortak bir kavram uyanacaktır. Söz Türkçe olup, ta baştan beri bugünkü anlamıyla kullanıla gelmiştir. Sevinç ve mutlulukla, topluca eğlenmek demektir. Bayramlar, millî ve dinî olabildikleri gibi, özel veyâ bölgesel de olabilmektedirler. Edirne”nin Kırkpınarı, bölgesel bayramlar için güzel bir örnektir. Bayramlar ayrıca herhangi bir olayın yıl dönümü de sayılabileceklerdir. Ama bunun yanında bir defâlık bayramlara dahî rastlanmaktadır. Bu, bir olayın bir defâlık kutlanması bunun için eğlenilmesi demektir. Meselâ umutlu bir açılış, bir başlangıç, büyük bir başarı, mutlu bir sonuç gibi… Burada hemen aklımıza geliyor; İstanbul’daki boğaz köprüleri böyle bir defâlık bayramlarla hizmete konulmuşlardı.

Brezilya”da şu sırada kutlanan Karnaval, içine fuhuş ve seks unsurlarının fazlaca karıştığı bölgesel bir bayram niteliğindedir. Yeryüzünde görülen daha başka karnavallar ve diğer festivaller de bayram sayılmaktadırlar. Almanların ünlü Oktober Fest (Ekim Bayramı) ve Faşingleri de böyle bayramlardandır.

Çocukluğumuzda günleri tek düze yaşadığımızdan, bayramların gelmesini dört gözle bekler ve iple çekerdik. Bayramlar; bol harçlık, güzel giyinmek, bunun yanında eğlenmek demektiler. Bu açıdan, şimdiki her gün geçmişe göre birer bayramdır. Bugünkü bay-ramlarsa, hayatla boğuşmaktan yorgun düşenler için, dinlenmek veya gezmek fırsatı ve vâsıtasıdırlar. Günümüz bayramları, bayram olduğu için değil, tâtil olduğu için dört gözle beklenmektedir! Meselâ bu yılın dokuz günlük tâtili için!.. Doğrusu budur.

Bayram herkese kutlu olsun! Daha böyle nice bayramlara!