İrlanda’nın, Lizbon Anlaşması olarak bilinen ve Avrupa Birliği’nin birçok alanda hızlı bir karar alma ve reformları hızlandırmayı öngören anlaşmayı referandum sonucu reddetmesi Avrupa içinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı.
Başta Almanya ve Fransa ve İngiltere gibi büyük ülkeler tepki gösterirken,
aslında İrlanda gibi Avrupa içindeki küçük ülkelerin “psikolojilerinin” değişmediği ve federal bir Avrupa ya hazır olmadıklarını ve birçok alanda halen ulusal egemenliği devretmeye hazır olmadıkları görülmüştür. Bu referandum kararı Avrupa Birliği’nin kendi içindeki ağır işleyen bazı karar mekanizmalarını hızlandırmak ve etkin bir küresel güç olmak istiyorsa önemli reformları bir an evvel gerçekleştirmek zorundadır.
Aslında AB İrlanda’dan bir “hayır” çıkacağı beklentisi içinde idi. Çünkü İrlanda daha önceki yıllarda da referandumlarda “hayır veren” bir geleneğe sahip. Buna rağmen AB er geç bu reformları yapmak zorunda kalacaktır. Tek sorun Lizbon Anlaşması’nın 2009 başından itibaren uygulamaya geçemeyecek olmasıdır. Tabii 1 Temmuz’dan itibaren dönem başkanlığını üstlenecek olan Fransa için bu özellikle hoş olmayan bir karar olmuştur.
Türkiye açısından bu kararın anlamı ise genişleme sürecinin daha uzun sürecek olmasıdır. Almanya Başbakanı Angela Merkel ise Lizbon anlaşması yoksa genişlemede yok diyerek bir noktada İrlanda’ya rest çekmiş ve İrlanda halkını genişlemenin önündeki engel olarak göstermiştir.Türkiye’de ise bazı kesimler bu kararı “ulusal egemenlik perspektifinden” alkışlamışlar ve İrlandalıları “onurlu bir halk olarak” göstermişlerdir.
Tabii ki Lizbon anlaşmasını destekleyen ülkelerin onursuz olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu tamamen siyasi bir pratiktir ve aslında büyük kararlarda referandumun ne kadar olumsuz bir sonuç çıkarabileceğini göstermesi açısından ilginçtir.
Örneğin, Fransa ve Avusturya’nın Türkiye’nin tam üyeliği ile ilgili olarak anayasalarına referandum maddelerini koymaları, Türkiye’nin üyeliğinin nerede ise imkansız olacağı yönündeki görüşleri desteklemektedir. Sonuçta referandum uygulaması AB gibi küresel bir güç olma eğilimindeki bir uluslarüstü kuruluş için pek faydalı gözükmemektedir. AB içinde oy çokluğu ile karar alma mekanizmasının uygulanması aslında Türkiye için daha sağlıklı olacak gibidir. Özellikle Kıbrıs konusunda ve Ortak Dış ve Güvenlik politikalarında Türkiye’nin işi daha da kolaylaşacaktır. Türkiye’nin AB ile son dönemlerde iki başlıkta müzakereleri açması aslında önemli bir gelişmedir.Süreç yavaşta olsa devam etmektedir.
Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki son dönemlerde AK Parti’nin kapatılma davası ile ilgili olarak yaşanan gerginlik bir noktada kaçınılmazdır. Avrupa kamuoylarına %47 almış bir partinin, hangi nedenlerle olursa olsun, kapatılma davası açılması anlaşılamamaktadır. Burada belki Avrupa entelektüellerinin naifliğinden söz edilse de, sonuçta AKP marjinal bir parti değildir. Zaten son 3 aydır AB tarafından Türkiye’ye yöneltilen eleştirilerin özünde de, hükümet eden bir partinin kapatılmasınadır.
Türkiye’de devlet ve hükümet arasında, Süleyman Demirel’in deyişi ile, bir kavganın olması AB ülkeleri ve politikacıları için anlaşılması zordur. Bu Türkiye’ye özgü bir sorundur ve bunun düzeltilmesi de yine Türkiye’nin sorunudur. Daha doğrusu hükümet ve devlet arasında 14 Mart’ta açılan kapatma davasından bugüne kadar süregelen “büyük pazarlığın” mutabakatla sonuçlanması ve her iki tarafında taviz vermesi beklenmektedir. Şu sıralarda yaşanan yüksek tansiyon ülkeyi ekonomik ve siyasal bir krize götürmektedir. Başbakan Erdoğan’ının meclisi tatile sokmayıp çalıştırması bir çözüm olabilir mi? göreceğiz. Ama Mustafa Koç TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulunda dile getirdiği “akıl tutulması” bir gerçekliktir ve ülkeye zarar vermektedir.
İşte tam bu sırada eski başbakan Mesut Yılmaz’ın Rize Bağımsız Milletvekili olarak Brüksel’de geçen hafta yaptığı konuşma hem siyasal tartışmaları gündeme getirmiş hem de Dışişleri Bakanı Ali Babacan’a bir süre önce yaptığı ve Türkiye’de muhalefet tarafından ülkeyi dışarıya şikayet etme olarak algılanan konuşmasına bir cevap teşkil etmiştir. Mesut Yılmaz bir noktada AB ülkelerine AK Parti’nin kapatılma davasının niçin haklı olduğunu, başta Ordu ve Yargı olmak üzere, Türkiye’deki devlet kurumlarının niçin tepki verdiğini ve AKP’nin merkeze oturmadığını ve bunun sonucu olarak marjinalleşeceğini söylemiştir. Ayrıca Eylül ayına kadar demokrasi ve laiklikten taviz vermeyen bir siyasi hareketin partileşeceğini söylemiştir.
Mesut Yılmaz’ın Büksel deki konuşmaları ne derece inandırıcı olmuştur, bu ayrı bir tartışma konusudur. Ama Mesut Yılmaz’ın bu konuşmasını ve eleştirilerini hükümetin ciddiye alması kaçınılmazdır. Çünkü gerek AB gerekse ABD, eğer AKP kapatılırsa yeni hükümet ile ilişkilerini devam ettirir. Türkiye ile ilgili son RAND Cooperation’ın yazarlarından Stephen Larrabee’nin hafta sonu Hürriyet gazetesinde yayınlanan mülakatında bu görüş açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca AB Parlamentosu Başkanı Alman Hans Gerd Pöttering, AKP’nin kapatılması durumunda AB ile müzakerelerin duracağını söylemiştir. Bu trenin bir istasyonda biraz fazlaca kalması gibidir.
Yeni bir hükümet kurulur ve müzakereler devam eder, tabii AKP kapatılırsa.
Sonuç olarak uluslararası ilişkiler devletlerin politikalarıdır, hükümetlerin değil. Hükümetler devletlerin yüksek çıkarlarını ve stratejilerin belli süreler içinde savunurlar veya savunmazlar ama değiştiremezler. Bu AKP içinde geçerlidir. Türkiye devletinin AB politikaları 1958 den beri süregelen politikalardır ve bunun AKP hükümeti öncesi olduğu gibi AKP sonrası da olacaktır. Önemli olan Türkiye’nin demokratik ve laik yapısının korunmasıdır. Tıpkı AB ve ABD politikacılarının son günlerde sürekli ifade ettikleri gibi!!!!!!
Kemal Derviş’in TÜSİAD Yüksek İstişare Kuruluna gelerek tekrar “piyasada” görülmesi bir çok kesimde spekülasyona neden oldu. Bayram değil seyran değil ,eniştem beni niye öptü deyiminde olduğu gibi, Derviş’in gelişi ve sözleri “kutsal toprakları ziyaret ve sözleri kutsal sözler” gibi algılandı ve yine ilk geldiği dönemlerdeki gibi “yapay bir iyimserlik havası” oluşturdu. Kemal Derviş’in Türk siyasetinde “bir guru” olduğu artık bilinmektedir. Her sözü olay yaratan, ama siyasi risk almayan bir guru!!!!
Türkiye’de patronların yeni bir siyasi lider arayışına girdikleri herkesin malumudur. Ama Anayasa mahkemesi kararının AKP’yi kapatma yönünde olması, şüphesiz kartların yeniden karılmasını beraberinde getirecektir.2002 yılında seçimleri kazanan AKP, TÜSİAD’ın tam desteğini almıştı. Şimdi bu desteğin olduğunu söylemek zordur. Aslında Mesut Yılmaz’ın Brüksel’de ve Kemal Derviş’in İstanbul da söylediklerini birlikte toparlayıp analiz edersek, Türkiye’nin “ılımlı İslam “değil, demokratik ve laik bir ülke olması konusunda ABD ve AB arasında bir mutabakat olduğunu söylemek mümkündür.
Sonuçta, Türkiye gibi dinamik bir toplumda yeni siyasi liderler bulunacaktır. Türkiye de para sorunu bu anlamda yoktur. Yeni bir oluşum desteklenebilir ve AB ile müzakereler daha da hızlanabilir ve ABD zaten Türkiye’de Condolizza Rice’in dediği gibi her hükümetle ilişkilerin geçmişte olduğu gibi devam ettirir. O nedenle AKP siyasi anlamda “bulunmaz hint kumaşı” değildir.
Önemli olan devlettir, hükümet değil. Bu da uluslar arası ilişkilerin şu andaki bir kanunudur.
Bir hatırlatma, ABD’ye en fazla karşı çıkan liderlerden biri Bülent Ecevit idi, ABD ile bir çok anlaşmayı imzalayanda o. 1970’li yıllarda AB “onlar ortak biz Pazar diyen de Bülent Ecevit’ti, 5 mayıs 1999 da dönemin Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’e mektup yazıp, biz AB ile müzakereleri devam ettirmek istiyoruz diyen de ve 3 Ağustos 2002 de bir gecede 35 kanunu değiştirende o!!!! O nedenle Başbakan Erdoğan’a hatırlatılması gereken şudur: Türkiye’yi laik sistemden ve demokratik yapıdan ayırmak mümkün değildir. Ne AB ne de ABD bu konuda Türk devletinden farklı düşünmemektedir. Kaldı ki bu topraklarda lider sıkıntısı da, yoktur. Bunu da en iyi kendi bilir!!!!
Türkiye de siyaset eğlenceli ve tehlikeli olmaya başladı. Akıl tutulması “güneş tutulmasına “benzemez” Uzun sürmesi ülkeyi kaosa sürükler ve kimsenin ülkenin kaosa sürüklenmesinden memnun olmaması gerekir, tabii “ sürekli bir akıl tutulması” yaşanmıyorsa!!!!