Trakya denilip, Bulgaristan’ın tamamı ile Yunanistan’ın Selânik’ten doğusu (Batı Trakya) ve Türkiye’nin Avrupa yakasını (Doğu Trakya) anlatan toprağın bilinen ilk sâkinleri Traklar’dır. Bu toprağın Trakya (Trak ülkesi) adı da esâsen Onlar’dan gelmektedir. Bölgenin belli başlı yerleşim birimlerinden Edirne’nin şimdiki Kaleiçi semti yerinde, oymakları sayısı kırktan fazla Traklar’dan, Bettegeriler ve özellikle de Odrisler’in yerleştikleri bilinmektedir. Buraya nereden geldikleri ve kökenleri hususu aydınlık olmayan Traklar, Edirne’nin yerinde bir köy veya pazaryeri kurmuşlardır. Odrisler’e bağlı olarak yerleşimin adına bu yüzden Odrisia denmiştir. Şu var ki, Bölge’nin, bundan çok önce, MÖ 5000-4000 yıllarına rastlayan kendi cilâlı taş devrinden beri iskân edildiği, Edirne yakınındaki Çardakaltı mevkiinde yapılan arkeolojik kazıların sonuçlarından anlaşılmaktadır. Buradan çıkarılan kültür materyalleri hâlen Edirne Müzesinde sergilenmektedirler
MÖ 340 ‘ta, Büyük İskender’in babası II. Filip’in iktidarı ve komutasındaki batı komşusu Makedonlar, Trakya’yla birlikte Edirne’yi de ele geçirmişlerdir. Odrisia adı bu sırada Orestias diye değiştirilecektir. Trakya, MÖ 168’den beriye ve adım adım bu defa Romalılar’ın eli ve iktidarına geçecektir. Roma İmparatoru Publius Aelius Hadrianus, MS 123-124 ‘te Trakya’yı gezdiği bir sırada Orestias’a da uğramıştır. Hadrianus, Roma şehir hukuku bahşettiği Orestias’ı surlarla çevirttiği gibi yeniden kurdurmuş, adını da kendi adıyla değiştirip Hadrianopolis (Hadrianus şehri) demiştir. Günümüze kadar,yüzyirmiyedi adı, unvanı ve bunların çeşitlemelerini gördüğümüz Edirne’nin üçüncü adı budur. Şimdiki adına da, bir çok değişikliğe uğradıktan sonra Hadrianopolis’ten gelinecektir.
Roma devrindeki Edirne, yeni statüsünün de katkısıyla daima ilk sıralarda bulunmuş, daima gözde ve daima elde tutulmak, ele geçirilmek istenen yer olmuştur. Bu çerçevede pek çok iktidar kavgasının içinde, olaylarla savaşların ya ortasında veyâ yakınında görülmüştür. Edirne, Roma İmparatorluğu’nun MS 395’te katolikortodoks inanç esâsı üzerine ikiye bölünmesiyle, XVII. yüzyılda adına Bizans denecek Doğu-Roma bölgesinde kalmıştır. Bizans’ın Edirne’si, önceki döneme göre çok daha hareketli yıllar geçirecektir. Bizans’ın iç çekişmelerinde odak noktası olan Edirne, Bizans-Bulgar arasında da defalarca savaşlara konu olacak, iki devlet arasında bir çok defa el değiştirecektir. Ancak, kısa süreler dışında sonuç itibariyle her zaman Bizans’ın olacaktır. Ayrıca; Atilla komutasındaki Hunlar, Türk-Avarlar, Türk-Kumanlar, Türk-Peçenekler, Ruslar ve Gotlarla başkaları, gerek Edirne’de gerekse çevresinde sık sık görülecekler, kazanacak veyâ kaybedeceklerdir. Edirne, Haçlılar’ın Bizans’a egemen oldukları 1204-1282 yılları arasında kalan bir dönemi, Venedik’in eli altındaki bir Latin kenti olarak yaşayacaktır.
Bizans, Haçlılar’dan sonra topraklarında yeniden egemen olacak ise de, diğer yandan büyük çalkantılar geçirerek günden güne zayıf düşüp gerileyecektir. Bir süreden beri Bizans ile yakın ilişkiler kuran Osmanlılar, bazan istek üzerine bazan kendiliğinden, bu Devlet’in iç işlerine karışmaya başlamışlar, bu sırada Edirne’yle de tanışmışlardır. Böylece 1361’e gelinmiştir ve Edirne bu târihte artık Türkler’in elindedir.
Edirne alındığında Osmanlı’nın başkenti olan Bursa, konumunu 1365’e kadar sürdürecektir. Bundan sonra ise, Bursa durumunu korumakla birlikte, Dimetoka’yla Edirne ikinci ve üçüncü başkentler olarak araya gireceklerdir. Yıldırım Beyazıt Timur’a karşı kay bedip esir düşünce, oğullarından Emir Süleyman, Bursa’daki devlet hazînesini yanına alarak Edirne’ye gelmiş ve 1402’de burada hükümranlığını ilân etmiştir. Edirne, bundan sonra Osmanlı’nın bir ve mutlak başkentidir. 1453’te İstanbul alınmakla, başkent hemen taşınmamıştır. İstanbul’un onarımı ve bir başkent olarak hazırlanmasını bekleyen Edirne, muhtemelen üç-beş yıl sonra (1457 olabilir) ikinci başkent durumuna düşecektir
Osmanlılar, 1453’ten sonra dahi Edirne’den kopmadan devleti yönetmeye devam edeceklerdir. Osmanlı, varlığını hemen tamamen Rumeli’nde gösterdiği cihetle, Edirne’nin ikinci başkent sıfatını kaybedip gözden düşmesi için, en az bir üçyüz yıl geçecektir. Bâzı Padişahların, 1453’ten sonra dahi Edirne’de kılıç kuşanmaları, Edirne’de yaşamaları, İstanbul’a gidip hemen geriye dönüşleri, elçi kabûlleri, atamalar yapmaları, savaş kararları almaları, tâ 1700’e doğru bir yandan yeni köşk ve yazlık saraylar yaptırırlarken, diğer yandan da eski sarayları onartıp yeni bölümler eklemeleri ve genişletmeleriyle benzeri diğer icraatları buna örnek gösterilebilirler. 1575’te tamamlanan Selimiye Camisi de, Edirne’de yaptırılmış olmakla, aynı konudaki başlı başına ve muhteşem bir gösterge sayılmalıdır.
Edirne’nin, İstanbul’la birlikte başkent olduğunun bir önemli göstergesi de şudur ki, her ikisi eşit ve özel bir statüyle yönetilmişlerdir. Gerek Edirne ve gerekse İstanbul; Kadı, Cebecibaşı, Subaşı, Dizdar, Topçubaşı,Yeniçeri Ağası özellikle de Bostancıbaşı denilen kişilere emânet edilmiş olup, bu görevliler yalnız belediye sınırları içinden sorumlu kılınmışlardır. Edirne’yle İstanbul’un, bu dönemde ilçe ve köy gibi bağlı birimleri olmamışlardır.
Edirne, târihinin en parlak görünümüyle en yüksek nüfusuna gene bu dönemde ulaşacaktır. Nüfusunun üçyüzellibin olduğu nu veren bilgi kaynağını biz abartık bulmaktayız. Ancak… Londra, Paris, Kâhire, Milano ve İstanbul’la birlikte dünyânın en büyük şehirleri arasında olduğu 1700’lerde, Edirne nüfusunun bugünkünden daha fazla olabileceğini, kabûl etmek zorundayız. Ki, bu da eldeki verilere göre her hâlde yanlış olmayacaktır.
Edirne, Türklerin eline geçtiği 1361’den sonra; 1829 ve 1878’de Ruslar’ın, 1913’te Bulgarlar’ın, 1920’de Yunanlılar’ın istilâlarına uğramıştır. Bunlar Edirne’de, bugünlere kadar kalan maddî manevî derin izler bırakmışlardır. Öncelikle, Osmanlı devrinin nüfusundan Edirne’de geriye kalan âileler, bugün iki elin parmaklarından daha az sayıdadırlar! Günümüzün Edirnelileri, yüzde yüze yakın bir oranda, Osmanlı’nın Rumeli’de bıraktığı topraklardan göçenleri torunlarıdırlar.
“metesin@mynet.com”