Baştan söyleyeyim, iyiden iyiye rotatif niteliği kazanmaya başlayan Testere serisinin sosyolojik boyutuyla ilgili bir şeyler söylemeyeceğim, ihtiyaç da duymuyorum. Efendim işte kan gövdeyi götürüyor, insan vücudu/vücuttan koparılan uzuvlar fütursuzca sergileniyor, hayatın anlamı-anlamı pekiştiren bedelli imtihanlar ve hayat bağışlama olgusu üzerinden düpedüz divan edebiyatı yapılıyor, hariçten gazel okunuyor falan filan diye şikayet ediliyor ya.. Benim derdim bu değil. Şimdiden anlaşalım.
Neden derdim değil? Çünkü; şiddet adını koyduğumuz somut/soyut kavramın teşhir edilmesi, öykünün ve temanın etrafında şekillendirilmesi ya da daha fazla eleştiri toplayan tarafı olarak gördüğüm estetize edilmesi bir filmin kesinlikle olumsuz bir tarafı, hanesine eklenmesi zorunlu olan koca bir eksi değildir, olmamalıdır. Bu savı destekleyenler şundan da çokça bahsederler ama ben kendi fikirlerine koşut bir fikir içerdiğini düşünmüyorum. Derler ki; Cinsel unsurları, çıplaklığı bolca kullanan filmler ucuzdur, çünkü görünmeyen her zaman daha tahrik edicidir; şiddeti açık eden işler istismarcıdır, çünkü gösterilmeyen (tasvir edilmeyen) çok daha korkunçtur, rahatsız edicidir. Bu fikre özünde katılıyorum. Bu düşünceyi kendine ilke edinen birçok iyi film de var. Zaten fikrin sahipleri en çok bu tip işlerden güç alıp, yağıp esiyorlar.
Ama şunu unutuyorlar, ya da görmezden geliyorlar. George A. Romero’nun zombi filmleri(özellikle Dawn of the Dead)yoğun şiddet içermesine karşın kötü filmler miydi? Ya da Haneke’nin Funny Games’inin içerdiği onca sinir bozucu, rahatsız edici öğe filmi ucuzlaştırıcı bir etkiye mi sahipti? Bizim topraklarımızdan, Serdar Akar’ın Barda’sı fiziksel şiddetin üzerine tecavüz gibi istismara çok açık, uç bir kavramı ekledi/açıkça gösterdiği diye başarısız bir film miydi? Yapmayın lütfen. Paylaştığım örneklerin hepsi iyi birer iş olmakla beraber, her biri de(Özellikle Funny Games) basmakalıp düşüncelere, klişeleşmeye dolayısıyla sisteme(sistematikleşmeye) eleştirel gözle bakan, çürütmeye çalıştığım ana fikre de eleştiri oklarını göndermekten çekinmeyen filmlerdi.
Lakin bu kesimin haklı olduğu sığ, dar, istisnai bir alan da yok değil. O da şiddetin ağırlığını altından bir halı misali çeken, kavramın ayaklarını yerden kesip düpedüz pornografikleştiren Hostel serisinin ya da ticari zeka(sızlık) örneği teen-slasher filmlerinin etrafındaki çizgileri görünebilir kıldığı alan. Testere serisinin devam filmleri de(bakın Testere demiyorum,devam filmleri diyorum)bu alana örnek teşkil edecek kıvamda. Lakin en başta da söylediğim gibi gösterime giren son halka Testere-6 hakkında söyleyeceklerim, yergilerim bu alana mensup olmakla alakalı değil, bir anlamda sahtekarlıkla alakalı.
James Wan’ın kotardığı 2004 yapımı ilk Testere kendi janrında yeni binyılın ilk özgün, çarpıcı işiydi kanımca.Çizgileri Manhunter, Angel Heart, Silence of the Lambs, Seven gibi hepsi birbirinden başarılı(Silence of Lambs başarılıdan öte,bir başyapıt niteliği taşır benim için)filmlerle kalın kalın çizilmiş, her biri diğerinin üstüne bir tuğla daha koymuş böylelikle sağlamlığı arttırılmış, şeffaflığı ortadan kaldırılmış bir külliyata üflenecek en taze nefes olma özelliğine sahip bir filmdi Testere.Esaslı bir polisiye-gerilim, heyecanlı bir yap-boz olmasının yanında hapsedilen iki karakter üzerinden zamanın izafiliği; hayatın değerini,yaşamın değil yaşantının niteliğini bir kenara bırakıp, nefes alıp vermeye tamah ettirilmenin, bir çeşit imtihanın/ıslahın Jigsaw suretinde şeytaniliği ve zekice düşünülmüş bir şekilde aynı kapıya çıkan kutsallığı vardı bu özgünlüğün içinde. Geçmişle, şimdiki zaman arasına köprü kuran karakter tanıtımları, cinayet sekansları(devam filmlerinde yapılandırıldığı üzere etkileyicilikten uzak küçük küçük işkence oyunlarının oluşturduğu bir korku tüneli havasında değil)filmin havada kalmamasına yardımcı olurken parça parça anlatılan, ancak özünde iç içe geçmiş vaziyette bulunan yan hikayeler de ana hikaye olarak tabir ettiğimiz kısmın finale kadar kendini açık etmemesini sağlayarak seyir keyfini, takip isteğini üst noktalarda seyrettiriyordu. Filmin atmosferine uygun bir haşinlikte peliküle aktarılmış finali de Shyamalan sonrası katledilen(işte kahraman aslında şizofrendir,bazı karakterler hayalidir ya da yıllar önce ölmüştür,katil ya baş kahramanın en yakınıdır veya bizzat kendisidir gibi)sürpriz final(Testere özelinde son demek daha doğru olur) kavramına yeni egzersizler yaptırıyordu. Özetle, Wan’ın ilk uzun metrajının altından alnının akıyla çıktığı, sağlam bir atmosfer gerilimiydi Testere. Muallakta bırakılan finalin devam filmlerine işaret etmediği ender filmlerden de biriydi aslında.
Uzatmayalım, maalesef olması gereken olamadı ve 2004’ü takip eden her yıl bir devam filmi eklendi Testere’nin üzerine. Bu da Testere’nin özgün değerinden kopartılarak başka bir geleneğin üyelerinden biri haline getirilmesi sonucunu getirdi peşinden. Geleneğin üyeleri tam anlamıyla mirasyedi devam filmleri yüzünden acımasızca yozlaşmaya terk edilen zımba gibi ilk filmler. John Carpenter’in Halloween’i(Rob Zombie’nin yeniden çevrimlerinin bile işi toparlayabildiğini düşünmüyorum), Wes Craven’in A Nightmare of Elm Street’i, James Wong’un Final Destination’ı… Hatta ve hatta bana şiddetle karşı çıkacak kemik bir kitleden haberdar olsam da Sam Raimi’nin Evil Dead’i. Bu filmlerin hikayelerini devam ettirme iddiası taşıyan işlerin hepsi atasını sağlıklı bir şekilde çözümlememiş,sömürgen ve var olan başarıdan nemalanmaya çalışan “filmcikler” sadece.
Lafı gelmişken bir gerçeği açığa çıkarmam, bir başarıyı teslim etmem gerekiyor. O da bu geleneğe ait olmayan bir(belki de dikkate alınması gereken tek) seri film olan: 13. Cuma. İlk film ne ise 12. filmde o. İkinci filmde katil koltuğunu annesinden devralan Jason Voorhees özüne çok sahip çıkan bir anti-kahraman. Kampta nasıl hareket ediyorsa şehirde de öyle hareket ediyor, uzayda(evet 10. film uzayda geçiyordu) nasıl öldürüyorsa, Freedy’nin karşısında da aynı umarsızlıkta katline devam ediyor. Seride iyi film yok, vasat film de yok. İyi olmak için çaba sarf eden herhangi bir bölümde yok. Testere’deki gibi sonradan eklenmiş zorlama sürpriz gelişmelere yer verilmiyor, geçmişte günümüzü etkileyecek olaylar vuku bulmuyor. Her biri birbirinden bağımsız işler ve herhangi bir tema/alt metin derdi de yok. Gerçi ilk filmi biraz kurcalarsak Jason’un zeka engelli-öksüz bir çocuk olmasından girip, bir ihmal sonucu hayata gözlerini yummasından çıkabilir, bir alt metine ulaştığımız hissine kapılabiliriz ama çok elzem olduğunu da düşünmüyorum. Nihayetinde; belirttiğim gibi matah bir seri değil 13. Cuma ama mirasyediliğe pabuç bırakmadığı için takdiri hak ediyor benim gözümde.
Yazının konusuna dönersek. Testere-6’nın sineması için söylenecek pek bir şey görünmüyor. Öncül devam bölümlerinden bir farkı yok. Sorunlarla dolu. Aslında Testere-2,Testere-3…..,Testere-6 diye de bir şey yok. James Wan’ın çektiği bir ilk Testere var, bir de devam bölümlerinin(9 film olacağı söyleniyor)oluşturduğu “tek bir” devam filmi var. Perdede peşi sıra arz-ı endam eden ölüm mekanizmaları üzerine kurulmuş bu bölümlerin belli başlı sorunlarını maddeleştirmeye çalışırsam şayet gözüme en çok batan hususlar şunlar:
1-Devam filmlerinin gücünü yalnızca izleyiciyle arasında kurduğu empatiden kazanmaya çalışması. Bu yüzden de bir yerden sonran tuzaklar ciddiyetten uzak, ölümler sıradan bir hal alıyor.
2-Perdeden izleyicinin üzerine banyo edilen kan, et, uzuv parçaları grotesk bir filme uygunken, film sigorta şirketlerini hedef alarak sözde imleyici bir sinema dili yaratmaya çalışıyor. Olmuyor tabii.
3-Parçalı ve hızlı kurgu, plan kesim ve plan bağlamalardaki telaş, fon müzikleri kaotik bir atmosfer yaratmaya çalışsa da başarılı olamıyor. Diyaloglar patetik anlar yaratmak için yazılmış gibi görünse de gülünç olmaktan öteye geçemiyor.
4-Üçkağıtçılık. James Wan’ın Testere’yi dokuz filmlik bir seri olarak tasarlamadığı ortada. Buna rağmen senaristler boyuna geçmişe yönelik bilgiler, sürprizler ekliyorlar. İlk filmle diğerleri arasında zorlama bağlantılar ortaya çıkarıyorlar, bu karakteri filanca filmde tanıdık ama aslı şöyleydi, ilk filmden beri işin içindeydi aslında diyorlar, büyük bir plandan filan söz ediyorlar, bize bunları tabir-i caizse “yedirmeye” çalışıyorlar. Ciddiye almak, sürprizlere sürpriz gözüyle bakmak, şaşkınlığa uğramak çok zor.
Tüm bu olumsuz tespitlerimin ardından yazımı bir temennimden ve iki çekincemden bahsederek sonlandırmak istiyorum. Temennim Testere’yi nihayete erdirecek filmi James Wan’ın ortağı ve ilk filmin fikir babası Leigh Whannel’i de yanına alarak yazıp yönetmesi. Wes Craven’in New Nightmare ile Elm Sokağı Kabusu serisine öncül devam filmlerinin çarçur ettiği şöhreti geri vermesi bu temennimi destekleyen en güzel örnek. Lakin James Wong’un çektiği Final Destination-3 ve Hideo Nakata’nın kotardığı Ring-2’de bu tezimi çürüten iki güçlü örnek. İlk çekincem bu. İkincisi de Testere nihayete erdirildikten sonra Saw:Begining gibi yeni bir hilkat garibesi serinin ortaya çıkma ihtimali. Gerçi 4. Bölümde Jigsaw’ın faaliyetlerinin ne zaman ve neden başladığını görmüştük ama belki bu seri onun çocukluk,ergenlik,orta yaşlılık dönemlerindeki faaliyetlerinin üzerine eğilir. Böyle bir proje ortada görünmüyor henüz ama ben bu ihtimal hakkında yazarken bile ürperdim. Testere’nin devam bölümlerinin hiçbirinde ürpermediğim ölçüde hem de…
Mail:ahmetcanyldz@yahoo.com
Devam Filmi Mi?
İçeriği Paylaş...