Yeni yıl Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın, Türkiye ve ABD arsındaki “terör karşıtı koordinasyon mekanizmasının” başarısız olduğunu itiraf etmesiyle başladı. Bu girişim geçen yıl büyük bir tantana ile başladığında bu girişimin, uzun zamandan beri sessiz olan PKK’nın toptan imhasını sağlayacağı hususunda pek az uzman iyimserdi. Başbakan’ın “Kürt sorunu benim sorunumdur” ifadesi bile yanlış bir beklentiye yol açmıştı. Nitekim, Irak’taki istikrarsızlık ve Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığı Türkiye’nin en önemli kaygısıdır. Iraklı Kürt liderler Celal Talabani (aynı zamanda şimdiki Irak Cumhurbaşkanı) ve Mesut Barzani, beklenilenin aksine yardımcı olmadılar; onlar ABD’nin Irak’taki “doğal müttefiki” idiler. Türk-Amerikan ilişkileri, Türkiye ve ABD’nin Irak’ı daha istikralı hale getirmek amacıyla benzer politikaları takip etmek için “stratejik vizyon belgesi” imzalamalarıyla gelişmeye başlamıştı.
Bölgedeki terörizm sorunuyla mücadele etmek ve sürekli “danışma mekanizması” oluşturmak amacıyla Emekli Orgeneral Edip Başer ve Emekli Orgeneral Joseph Ralston’un terörle mücadele koordinatörlüğüne atanmaları Türk hükümetinin de dilediği ve beklediği bir gelişmeydi. Başer, hem hükümeti hem de halkı Türkiye’nin PKK dahil, herhangi bir etnik ayrılıkçılığa karşı mücadelesinin devam edeceği yönünde tatmin etmek için elinden gelenin en iyisini yaptı; Türkiye bu hususta bütün komşu ülkeler ile işbirliği yapmaya hazırdır. Türkiye, PKK’ya karşı İran ve Suriye ile ortak bir politikanın geliştirilmesine çok daha yakındı. Gerçekten Türkiye PKK’ya karşı mücadelede İran ve Suriye’yi yeni müttefik olarak kazandı.
Saddam Hüseyin’in idamından sonra Irak’taki Amerikan politikası yeni bir şekil aldı. Irak yakın gelecekte istikrara kavuşamayacak; Saddam Hüseyin Halepçe katliamından dolayı veya Kürtlerin genellikle Saddam’ın Kürtleri katletmekle suçladığı herhangi bir yerdeki katliamdan dolayı idam cezasına mahkum edilmedi. Tarih şimdi Saddam’ın Kürtlere karşı sicilinin – en azından mahkeme sürecinde – temiz olduğunu yazacak. Şii- Sünni çatışması devam edecektir; onlarca yıl bu iki grup arasında barış mümkün olmayacaktır. Fakat, bundan sonra Kürtler nasıl hareket edecek? Amerikanın Kürt politikasının nasıl bir görünüm alacağı henüz net değildir. Bununla birlikte, Kürtler Irak’ta önemli bir iktisadi, siyasi ve askeri faktör olarak kalacaktır. Belki de Türk Hükümeti Irak politikalarını bazı noktalarda değiştirmek zorundadır.
Başbakan’ın açıklamasından sonra Başer’e istifa edip etmeyeceği soruldu? İstifa etmeyeceğini, ancak hükümet onunla çalışmayı istemez ise bu pozisyonda duramayacağını söyledi. Mesele Başer değildir; mesele “koordinasyon girişiminin” en azından hükümetin gözünde şimdi artık gereksiz olduğu açıklamasıdır. Fakat, bu girişim ABD ve diğer bölge ülkeleri ile önemli bir iletişim kanalıdır ve terörizme karşı mücadelelerinde hükümetlere lojistik destek sağlar.
Bununla beraber, geçen yıl Washington’u ziyaretinde “terörle mücadele koordinasyonu” girişiminin esas başlatıcısı MİT Müsteşarı Emre Taner başka bir ilginç açıklama yapmıştır. Taner, Türkiye’nin bölgedeki gelişmelerle ilgili olarak “bekle ve gör” politikası izleme lüksüne sahip olmadığını söyledi. Bu Türk politikasında Saddam sonrası dönemde bir değişiklik midir? Bu, Türkiye’nin, ABD’nin bölgeye istikra getirebileceği yönündeki umutlarını kaybettiği anlamına mı geliyor? Yoksa Türkiye “tek başına” bölge politikası izleme yolunda mıdır?
Gerçek şudur ki, Soğuk Savaş sonrasında Türk dış politikasının; önce bir gelişme olur, ondan sonra Türkiye ne yapacağını düşünür, şeklindeki değerlendirmesinde Taner haklıdır. Eski Dışişleri Bakanlarından İtler Türkmen de bu konuda zaman zaman yazılar kaleme almıştır ve hükümet politikalarını eleştirmiştir. Son dört yılda, iktidardaki AK Parti’nin Orta Doğu’da “komşularla sıfır problem” ve “ritmik diplomasi” politikaları izlemektedir. Netice o kadar kötü değildir, zira Türkiye bölgesel politikalarda önemli bir faktör olmaya devam etti ve gelecek yıllarda da böyle olacaktır. Taner’in, Türkiye’nin gelişmeleri yönlendirmesi ve daha aktif bir rol oynaması gerektiği açıklaması yeni beklentilere yol açmıştır. Bu, genellikle “Orta Doğu’da pro-aktif politika” şeklinde tanımlanan şimdiki hükümet politikaları ile aynı çizgidedir.
Türkiye jeo-stratejik açıdan tehlikeli bir yerdedir; burada faal ve potansiyel bir çok ihtilaf vardır. Türkiye hiç bir durumda savunmacı konumunu terk etmemeli ve “maceracılık”tan farklı olarak yönlendirici olmalı. Muhakkak Türkiye’nin daha güçlü olması gerekir; askeri ve iktisadi açıdan daha istikrarlı olmalıdır. Fakat, Türkiye’nin uluslararası bağıntıları onu “güvenlik tüketen” değil, güvenlik üreten bir konuma itmiştir. Türkiye, 1990’larda “güvenlik tüketen” bir ülke olarak görülüyordu. Yeterince kötüydü. Bugün hiç kimse Türkiye’nin aynı konumda olduğunu iddia edemez. Beklentimiz, Türkiye’nin bölgesinde “yumuşak” bir güç olarak ortaya çıkması ve komşu ülkelerle herhangi bir çatışmadan kaçınması yönündedir.
Şüphesiz Türkiye’nin güvenlik değerlendirmesi gerçekçi olmalıdır; fakat bu bizi Türkiye’nin istediği herhangi bir şeyi yapabileceği varsayımına götürmemelidir. Gerçek şudur ki terörizm ve diğer bir çok problem bütün ülkeler için büyük kaygılara yol açmaktadır; gerçekçi bir yaklaşımın muhafaza edilmesi Türkiye için gereklilikten ötedir.
Hükümete göre PKK’ya karşı mücadele devam edecektir. O halde Başer şimdiki makamında kalmalıdır. Eğer bir başarısızlık varsa, bu hükümetin başarısızlığıdır. Bana göre şimdi başarısızlıktan söz etmek için oldukça erken. Aksine, Başer ve çalışmaları şimdi öncekinden daha önemlidir. Onun daha çok zamana ihtiyacı vardır. Bütün hükümetlere böyle bir mekanizma kurmaları tavsiye edilir. Başbakan Erdoğan ve danışmanları sadece yaklaşan seçimler üzerine odaklanma tuzağına düşmemelidir. Bu makamın ihdas edilmesi doğru bir karardı ve devam etmelidir. Bununla birlikte, Türk devlet kurumları da politikalarını gözden geçirmeli ve hükümete terörle mücadelede yardımcı olmalıdır.
2007 yılı Türkiye için genelde PKK ile mücadele açısından daha zor olacaktır. Bu mesele Türkiye için bir problem olmaya devam edecektir ve PKK küçümsenmemelidir. En azından Saddam’ın idamından sonra zaman Türkiye’nin lehine işlemektedir; ABD, Türkiye ile birlikte hareket etmeye daha fazla zorlanmaktadır. Başbakan’ın bir gerçeği açıklamıştır, fakat bu siyasi olarak yanlıştır. Muhtemelen söylediklerinden pişmanlık duyacaktır.