2006 yılı Türk dış politikası ve güvenlik politikasının analizi (I)

İçeriği Paylaş...

Türk dış politikası küresel gelişmelerin yanı sıra bölgesel gelişmeler açısından da heyecanlı bir yıl daha geçirdi. Dış politika meselelerine ilişkin — Türkiye’nin dünyanın diğer bir çok ülkesine nazaran büyük ölçüde ilerlemiş demokratik bir ülke olduğunu gösteren — Türkiye içindeki tartışmalar oldukça nitelikliydi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül “mükemmel bir ikili” olarak dünyada bir çok yeri ziyaret ettiler; dışarıda bazı zirvelere katıldılar ve Türkiye’de de bir takım zirve toplantıları düzenlediler. Türkiye’nin, bölgesel “yumuşak” güç rolünü oynamak için “pro-aktif politika” izlediğini göstermek amacıyla hemen hemen bütün komşu ülkeleri ziyaret etmekle birlikte bazı radikal İslamcı grupları da Türkiye’ye davet ettiler. İktisadi ve siyasi açıdan istikrarlı bir yıl olduğu için 2006 en azından Türk kamuoyunun gözünde başarılı bir yıl olarak görülmektedir.

Şimdi bazı dış politika meselelerine geri dönüp bir bakalım. Bu yıl Türk-Amerikan ilişkileri büyük ölçüde gelişti. “Stratejik vizyon belgesi” hazırlamak için ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice Türkiye’ye gelirken Türkiye Başbakanı ve Dışişleri Bakanı da muadilleriyle görüşmeler yapmak üzere Washington’a gitti. Türkiye hala ABD’nin “stratejik bir ortağı değildir fakat ikili ilişkiler gerçekten büyük ölçüde gelişmiştir. Irak’taki durum yılın son günleri itibariyle hala istikrara kavuşmamıştır ve Türkiye’nin stratejik değeri şimdi daha yüksektir; bu yüzden kuzey Irak’taki Kürt gruplar ABD’nin “gerçek müttefiki” Türkiye’ye geri döndüğünü düşünmektedir. Kürt liderler Talabani ve Barzani şimdi önceki kadar güçlü değiller ve Türkiye ile ilgili sözlerinin tonunu daha dikkatli ayarlıyorlar. Özellikle PKK’nın faaliyetlerini kontrol altına almak için “terörizm ile mücadele” koordinatörlerinin atandı ve koordinatörler Orgeneral Ralston ve Orgeneral Edip Başer önemli işler yaptılar. Bu PKK’nın faal olmadığı anlamına gelmiyor, ancak koordinasyon çalışmaları PKK’nın büyük ölçüde kontrol altına alındığını ve kuzey Irak’ın bir PKK “üssü” olarak kullanılmayacağını göstermiştir.

Türkiye’nin İran ve Suriye ile ilişkileri de Irak’ın komşuları açısından önemlidir. Bu üç ülke Irak’taki gelişmeler ile yakından ilgilidir. Bu ülkelerin çıkarları Irak’ın sınırlarının ve toprak bütünlüğünün korunmasındadır. Bununla birlikte İran ve Suriye buradaki bazı gruplar üzerinde etkilidir. Özellikle İran şimdi bölgede çok önemli bir stratejik oyuncudur. 26 yıl aradan sonra ilk kez bir Irak devlet başkanı, Talabani İran’ı ziyaret etti. İran’ın Şii gruplar üzerindeki etkisi hiç olmadığı kadar fazladır. Türk-İran ilişkileri de büyük bir istikrar göstermiştir ve her iki taraftan da üst düzey heyetler karşılıklı ziyaretlerde bulunmuşlardır; Başbakan Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad birkaç defa bir araya gelmiştir. İlginç bir şekilde, Türkiye’de on yıl öncesine göre daha olumlu bir İran imajı vardır. İran eski Cumhurbaşkanı Hatemi’nin İstanbul ve Ankara ziyaretleri İran’ın imajının nasıl olumlu bir yönde değiştiğini göstermiştir. Şüphesiz Türkiye’de artan Amerikan karşıtlığı da bu değişime katkıda bulunmuştur.

Türkiye – Suriye ilişkileri de gözle görülür şekilde iyileşti. Suriye Lübnan’daki gelişmelerde olduğu gibi Ortadoğu barış sürecinde kilit oyuncudur. İsrail’in yazın Lübnan’ı bombalaması diğer tüm Arap ülkeleri gibi Suriye tarafından da [sessizce] izlendi; zira Hizbullah Suriye için de bir problemdir. Bu sayede Suriye – İsrail ilişkileri sakin kaldı; Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad zaman zaman İsrail’e karşı katı ve eleştirel bir tutum alsa da iki taraf arasında hiç bir askeri hareket olmamıştır. Bu bağlamda Türkiye bölgede “problem çözücü” [bir güç] olarak ortaya çıktı. Türkiye’nin iktisadi varlığı bölgede kesinlikle hoş karşılanmaktadır, ancak bu siyasi varlığı için geçerli değildir. Bununla birlikte Türkiye’nin Başbakan Erdoğan yönetimindeki “Arap dostluğu politikası” Sudan’daki Arap Zirvesi’ne onur konuğu olarak davet edilmesiyle karşılık buldu. İçerideki yoğun muhalefete rağmen Türkiye’nin 2006 yılı Orta Doğu politikası ve Orta Doğu’ya müdahil olması Türkiye’nin bölgede barışı katkıda bulunma isteğini göstermiştir. AB de Türkiye’yi Orta Doğu’da bir ortak olarak görmektedir ve Lübnan AB’nin Orta Doğu’ya müdahil olması için bir test olmuştur. Suriye de hala burada önemli bir aktördür. Öyle görünüyor ki İsrail AB’yi keşfetmiş gibidir; bölgedeki ABD varlığının yanı sıra AB’yi de Orta Doğuda kendi yanına çekmeye çalışmaktadır. Şüphe yok ki AB Orta Doğu’da şimdi ABD’ye kıyasla daha iyi karşılanmaktadır.

Bu bağlamda Türkiye – İsrail ilişkileri daha ilginç bir hal almıştır. Lübnan’ın bombalanmasından önce İsrail Dışişleri Bakanı Türkiye’ye geldi ve Hamas’ın Türkiye ziyareti ile ilgili olarak iki taraf arasındaki yanlış anlamayı gidermeye çalıştı. Dış politikada en çok eleştirilen husus Hamas liderlerinin Türkiye’ye davet edilmesiydi; bu olay bazı develt kurumları arasında da büyük bir sorun yaratmıştır. Bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın Filistin meselesiyle ilgili ifadeleri bazı tartışmalara yol açtı; Erdoğan, Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın en son yaptığı erken seçim çağrısını reddeden tek Batılı siyasetçiydi. Hamas meselesi Türk hükümeti için çetin bir sorun olmaya devam etmektedir ve bu hususta Türkiye’de bir uyum birliği yoktur. Bu ziyaret yüzünden Türkiye-İsrail ilişkileri zarar gördü. Fakat İsrail, Türkiye için özellikle terörizme karşı mücadele ve savunma sanayisinde işbirliği açısından önceden olduğu kadar önemlidir.

2006’da Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetleri ile ilişkilerde de biraz ilerleme kaydedildi. Bu bağlamda Türk-Rus ilişkileri yeni bir aşamaya girdi ve Rusya Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı oldu. Putin ve Erdoğan arasındaki “sıcak ilişki” devam etti; Rusya Türkiye’nin AB ile müzakere sürecini destekledi ve bu sürecin Rusya-AB ilişkileri üzerinde de doğrudan etkileri olacağı mesajını gönderdi. Ayrıca, Rus enerji hatları Türkiye’yi “enerji koridoru” haline getirdi ve Karadeniz siyasal istikrar bölgesi oldu.

Kafkasya’da hala bazı sorunlar vardır; Karabağ sorunu çözülemediği için Azeri-Ermeni ilişkilerinde bir düzelme olmadı.Türkiye’nin tutumu da Azeri görüşünü desteklemektedir. Diaspora Ermenilerinin sözde Ermeni soykırımı üzerinde giderek artan ısrarları nedeniyle Türk-Ermeni ilişkilerinde bir ilerleme kaydedilmedi. Türk hükümetinin jestleri yeterli görülmedi ve sınırlar kapalı kaldı. Bir fırsat penceresi vardı fakat Ermistan bunu kullanmadı.

Mayıs 2007’de Türkiye, Ermenistan’ın da üye olduğu Karadeniz Ekonomik İşbirliği örgütü başkanlığını üstlenecek. İleriye dpğru bazı adımlar atılabilir fakat Ermenistan bu konuda inadını sürdürecek gibi. MINSK Grubu Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ilişkileri çözemedi; Türkiye bu konuda bir rol alabilir mi? Çok zor görünüyor.

Gürcistan, Türkiye’nin ekonomik varlık gösterdiği bir diğer Kafkas ülkesidir. Gürcistan Cumhurbaşkanı’nın geçen haftaki Ankara ziyareti, Gürcistan ile Rusya arasındaki bazı meselelerde Türkiye’nin arabulucu rolü oynamak istediğini göstermektedir. Bu bölge hala problemlidir, ancak Türkiye’nin Rusya ve Gürcistan ile iyi ilişkileri, bir tarafın zarar görmemesi için daha dikkatli olmaya zorlamaktadır. Türkiye bu bölgede bir “denge” siyaseti gütmektedir.
Özetlemek gerekirse, Türkiye’nin Orta Doğu ve Kafkasya’daki aktif politikaları 2006 yılında genellikle başarılı idi ve Türkiye’nin buradaki varlığı yoğun şekilde hissedilmektedir. Türkiye gerçekte yumuşak gücü olan bölgesel bir oyuncudur. Türkiye’nin ne ölçüde başarılı olduğu tartışılabilir. Ancak hiç kimse Türkiye’nin buralarda başarısız olduğunu söyleyemez.