Türkiye’ye Biçilen Yeni Elbise: Daha Fazla Küresel Sorumluluk
Türkiye, dünya ekonomisinin ilk yirmisi içinde yer alan, AB içinde altıncı büyüklükteki ekonomisi olan ve nüfus olarak da dünya nüfusunun ilk yirmialtısında bulunan bir ülke olarak yeni ölçütler içinde iç ve dış politikasını yönlendirecek olan bir ülke durumundadır.
21. yüzyılı şekillendirecek “ikinci halka” ülkeleri içinde bulunan Türkiye’nin uluslararası sorumluluk açısından da yeni bir misyonu oluşmuştur. Bu anlamda Türkiye’nin küresel güçler ile bundan sonraki ilişkileri, Türkiye’nin önceki 10 veya 20 yıllar gibi olmayacaktır. Daha doğrusu Türkiye’nin dünya tarafından da algılanması, Türkiye’nin bölgesel bir yumuşak güç olarak, askeri gücünün yanında küresel bir oyuncu olmak için gerekli koşulları yerine getiren bir ülke olduğu şeklindedir.
Gerek dünya gerekse bölgesel anlamda ortaya çıkan jeopolitik ve jeoekonomik değişiklikler bir anlamda Türkiye’nin işine gelmiştir. Özellikle son 8 yılda yaşananlar bir anlamda Türkiye’nin bu uluslararası sorumlulukları ne kadar taşıyıp taşıyamayacağını da göstermiştir. Bu anlamda son haftalarda yaşanan küresel mali krizin tüm dünyayı etkilediği bir ortamdan, Türkiye’nin etkilenmemesi, Başbakan Erdoğan’ın deyimi ile, “teğet olarak da geçse, düşünülemez. Fakat bu krizin çözümü için gerekli olan uluslarararası işbirliğinin temel aktörlerinden biriside şüphesiz Türkiye olmuştur.
Türkiye’nin 2001 mali krizinden sonra aldığı önlemler sonuçlarını vermiş ve Türkiye hızla büyüme göstererek 600 milyar dolarlık bir büyüklüğe ve 130 milyar dolara varan bir ihracata ulaşmıştır. Türkiye’nin, küresel mali krize rağmen, önümüzdeki 5 yıl içerisinde trilyon dolarlık bir ekonomiye ulaşması beklenmektedir. Bu ekonomik verilerde Türkiye’yi doğal olarak çok önemli bir konuma getirmektedir.
Avrupa ile tam üyelik müzakereleri yapan, ABD’nin özel ittifak üyesi olan, 1 Ocak 2009 dan itibaren Birleşmiş Milletler Geçici Daimi üyeliği başlayacak olan, İslam Konferansı Örgütü’nün Genel Sekreterliğini yapan ve bölgesel sorunlar da arabuluculuğu üstlenen bir Türkiye’nin, siyasi, askeri ve ekonomik özgül ağırlığı hem bölgesel hem küresel ölçekte artmıştır.
Türkiye’nin iç politikasında yaşanan tüm tartışmalar ve sorunlar ister istemez ülkenin dış politikasına da yansımaktadır.Buna rağmen, Türkiye’nin uluslararası alanda sorumluluk alma istemi ve arzusu önemlidir. Nitekim 15 Temmuz 2008’de Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın 110 Büyükelçiyi Ankara da toplayıp, Türkiye’nin önümüzdeki 10 yılda uluslararası ilişkilerini nasıl düzenlemesi gerektiği ile ilgili konferansta yaptığı açıklama da Türkiye’nin “ küresel bir oyuncu olma isteği” açık bir şekilde ifade edilmiştir.
Özellikle Avrupa Birliği içinde stratejik açıdan Türkiye’ye yaklaşanların ısrarla savundukları tez, eğer Avrupa Birliği küresel bir oyuncu olacaksa, Türkiye’nin bu birlik içinde yer almasının kaçınılmaz olduğudur.
Türkiye’nin değişen jeopolitik koşullar çerçevesinde bugün için çok güçlü bir konuma geldiği tartışma götürmez. Buna bir de başta enerji olmak üzere jeoekonomik değişim ve değerleri de eklediğimizde ortaya, Graham Füller’in Türkiye’de dördüncü baskısını yapan kitabının da başlığının söylediği gibi, yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti söz konusudur. Bu yeni Türkiye ve Andrew Mango’nun kitabı Yeni Türkler’de (New Turks) ifade edildiği gibi, değişen bir Türkiye ve değişen bir devlet yapısı tüm eleştirilere rağmen söz konusudur. 1980’ler de ve 1990’lar da diplomat ve politikacı Kamran İnan’ın sürekli söylediği bir tez vardı. Bu tez “dünyanın Türkiye’ye biçtiği elbisenin, Türkiye’ye dar geldiği” tezidir. Bize göre, Kamran İnan’ın bu tezi şimdi doğrulanmıştır ve dünya Türkiye’ye “yeni ve bol bir elbise “çizmiştir. Şimdi sorun Türkiye’nin bu elbisenin içini “doldurup dolduramayacağıdır.”
Son olarak G-20 toplantısında Türkiye’nin oynadığı rolü küçümsememek gerekir kanısındayız. IMF ile yapılacak olan anlaşmanın yeni bir anlaşma olmayacağı malumdur. IMF ile Türkiye arasındaki ilişkilerin tarihi ise ayrı bir makale konusudur. Fakat bugün için söz konusu küresel mali krizi en az zararla atlatmak tüm ülkelerin öncelikli sorunudur. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değildir. İngiltere’den Almanya’ya, Fransa’dan Finlandiya’ya kadar tüm AB ülkelerinide ateş sarmıştır. Tabii başta ABD olmak üzere. Dünyanın geçen yüzyıl içinde başta 1929 dünya mali krizi olmak üzere atlattığı bir çok büyük kriz vardır. Şimdi yaşanan krizin kolay atlatılacağı söylenemez ve muhakkak kalıcı etkileri olacaktır. Fakat buna rağmen Türkiye’nin en azından şimdilik, önemli bir dayanıklılık testi gösterdiği de söylenebilir.
Başbakan Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın çok kolay günler geçirdikleri söylenemez. Fakat dünyanın ve Türkiye’nin içinden geçtikleri durum hükümetlere bağlı olmaktan çok bir “sistem krizine” dönüşmek üzeredir. O nedenle, dünyanın gidişatı açısından işler kolay değildir.
Dünyada ekonomik ve siyasi dengelerin yeniden tanımlanacağı, şekilleneceği bir sürecin gerekliliğinin ayak sesleri olarak bunu anlamak gerekir. Türkiye’nin Batı dünyası ve ekonomileri ile “aynı gemide” olduğunu ve bunun ortaklaşa bir şekilde çözümüne katkıda bulunacağı görülmelidir. Türkiye’nin farklı bir ekonomik yapılanmaya katılması da, yapısal olarak çok zor görünmektedir. Bu anlamda , genel olarak Batı ve batılı kurumlarda Türkiye’nin işbirliğine devam etmesi bir zorunluluk olarak görülmektedir.
Başbakan Erdoğan’ın G-20’ler toplantısında yaptığı konuşmanın sadece Batıya bir “öneride” bulunma olmadığı da kesindir. Doğu ile Batı arasında sadece kültürel bir köprü değil, ekonomik ve siyasi bir köprü olma isteğinde olan bir Türkiye ortaya koymuştur yaptığı konuşma. Bunun biraz da “cesaret isteyen” bir iş olduğunu görmek gerekir. Başta yeni seçilen ve Ocak ayında göreve gelecek olan Başkan Obama’ya “tavsiyelerde” bulunması sadece Türkiye adına değil, temsil etmeye çalıştığı siyasi fikrin ve kültürel alt yapınında bir ifadesi olarak okunmalı ve değerlendirilmelidir.Bu anlamda Başkan Obama’nın Türkiye Cumhurbaşkanı’nı arayıp, Türkiye ile özel bir ittifak ilişkisi içinde bir işbirliğini sürdürmek isteme arzusu, tüm bu yukarıda yazdıklarımızın bir yekünüdür. Yeni ABD yönetiminin, Türkiye rencide edecek, devre dışı bırakacak bir tavır içine girmesi çok zor olacaktır.
Türkiye’de iki yıl sonra yapılacak genel seçimler sonrasında ortaya yeni bir hükümet çıksa da bu böyle kalacak gibidir.
Sonuç itibarı ile, Türkiye 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren “dünyanın yükselen yeni değerleri” arasındadır ve önümüzdeki dönemde dünya politikalarının yeniden yapılanmasında kendisine danışılması ve sorumluluk üstlenmesi beklenen bir ülke konumuna gelmiştir. Bu Türk dış politikası için gerçek anlamda yeni ve farklı bir durumdur. Burada asıl sorun Türkiye’nin, Kamran İnan’ın deyimi ile, bu yeni biçilen elbiseyi ne kadar doldurup doldurmayacağıdır. Ama kışa girilirken, Türkiye’nin dünyanın kendisine daha önceki yıllarda biçtiği ve bugün itibarı ile gerçekten dar gelen “elbiseyi bir daha çıkarmamak üzere”, eski elbiselerin olduğu dolaba koyduğudur.Yeni elbiseninde Türkiye’ye pek fazla “yakışmadığı da” kanımızca iddia edilemez!!!!!