Türkiye – Almanya Yarı Finaline STRATEJİK BAKIŞ

Son Avrupa Futbol Şampiyonas’ının bizce galibi Türk-Alman ilişkileri oldu. Özellikle Türkiye-Almanya yarı final maçı öncesi duyulan korkuların yersiz olduğu ortaya çıktı. Gerek maç öncesi gerekse maç sonrası yaşananlar ise futbolun sadece bir oyun değil, siyasi anlamda birleştirici bir fonksiyonu olduğunu da ortaya koydu. Türkiye-Almanya ilişkilerinin genel seyrine bakıldığında ise bu şampiyona Almanya’nın “public diplomacy” (kamuoyu diplomasisi) alanında ulaştığı nokyayı göstermesi açısından büyük bir yeniliğe işaret ediyordu.

Almanya yarı finalde Türkiye ile eşleştiğini gördüğü anda bunu siyasi ve sosyal anlamda bir entegrasyona dönüştürecek bir politikayı takip etti. Türkiye’de ikamet Almanlar başta olmak üzere, tatilerini Türkiye’de geçiren Alman turistlere sorular soruldu. Alman televizyonları, Türkiye ile ilgili olumlu yayınlarını sürdürdüler. Aynı şekilde Almanya’da yaşayan Türklere, başta Berlin olmak üzere, yönelik yayınlar arttırıldı, röportajlar yapıldı. Göze hoş gelen tişörtler üretildi, Alman ve Türk bayraklarından oluşan ortak bir bayrak oluşturuldu. Almanların soğukkanlılığı ile Türklerin sıcaklığı övüldü.

Televizyon programlarında başta Türk yemekleri olmak üzere, Türkiye tanıtıldı. Her iki ülkenin televizyonlarını izleyenler Almanya’nın bu çok akıllı politikasına hayranlık duydular. Örneğin Alman polis arabalarına Türk bayrakları asıldı. Alman Polis karakolları Türk bayrakları ile donatıldı ve sürekli, kardeşlikten, dostluktan ve bir arada yaşamaktan konuşuldu. Vurgular dostluk ve barış üzerine idi. Gerçekten de Türkiye’nin çok güzel oyununa rağmen maçı kaybetmesi üzüntüye neden oldu ama kavgaya gürültüye neden olmadı. En azından herkes Türklerin çok güzel oynadığını ama şansları olmadığını anlattı. Sonuçta Türkiye-Almanya taraftarları arasında korkulan gerginlik ve çatışma yaşanmadı.

Türkiye-Almanya ilişkileri aslında son 10 yıldır sürekli bir istikrar gösteriyor. Bu hem her iki ülkenin birbirleri ile büyük bir ticaret yapmalarında hem de Almanya’da 3 milyona yaklaşan Türklerin artık Alman iç politikası ve ekonomisi içinde önemli bir unsur olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Gerhard Schröder /Joshka Fischer koalisyon hükümeti esnasında Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde Türkiye önemli bir destek görmüştür. 1990’lı yıllarda Türkiye’yi çok eleştiren Yeşiller bir politika değişikliğine giderek Türkiye’yi desteklemeye başlamışlardır. Şüphesiz Dışişleri Bakanı Joshka Fischer’in burada rolü yadsınamaz. Gerhard Schröder’in hem 17 Aralık 2004 yılındaki tarih alma hem de Ekim 2005 te müzakerelerin başlamasına giden yolda etkisi ve katkısı büyüktür.

2005 yılında koalisyon hükümetinin başına gelen Angela Merkel Türkiye’nin AB üyeliği konusunda partisinin olumsuz tavır takınmasına rağmen, koalisyon ortağı Sosyal Demokratların da baskısı ile ahde vefa prensibine sadık kalacağını ifade etmiş ve bugüne kadar da sadık kalmıştır.

Angela Merkel’in önerdiği ve Fransa’nın da desteklediği “imtiyazlı ortaklık” (privileged partnership) artık tartışma dışıdır. Bu yıl yapılan Münih Güvenlik konferansı’nda Başbakan Erdoğan bu öneriyi tümden reddetmiştir. Almanya’nın Türkiye ile müzakerelerin devam etmesi yönünde gösterdiği tavır ise özellikle Almanya Dışişleri Bakanı Walter-Steinmeier’in tutumunda görülmektedir. Almanya bize göre yeniden stratejik düşünmeye başladı ve Türkiye’nin uzun süreli olarak AB için nasıl gerekli olduğunu son gelişmeler çerçevesinde daha iyi görmektedir.

2008 yılı içinde yaşananlar aslında Türk-Alman ilişkilerinde bir çok yeni yaklaşımı da beraberinde getirmektedir. Almanya Avrupanın en önemli ekonomik gücü olma konumunu sürdürmektedir. Türkiye’nin de bir numaralı AB ticaret ortağıdır. Ama asıl önemli olan Türkiye’nin değişen jeopolitik ve jeoekonomik konumunun Almanya tarafından iyi okunmasıdır. İşte bu noktada Almanya ile Fransa arasında bir görüş farklılığı ortaya çıkmaktadır. Fransa devlet başkanı Sarkozy Türkiye’nin Avrupa ülkesi olmadığını açıkça beyan ederken, Almanya bu konuda temkinlidir. Sarkozy’nin Akdeniz İçin Birlik projesinin dışında kalmayı istemeyen Almanya, Türkiye’ye destek vermiştir. Aslında geleneksel olarak Almanya Türkiye’nin Avrupa’daki “avukatı” olarak bilinir. Halbuki bu işlevi şimdi İngiltere üstlenmiş görünmektedir ve Almanlar da bundan pek hoşnut değildirler. Bize göre, Almanya’nın Türkiye politikalarındaki detaylar çok önemlidir. Bu son şampiyonanında gösterdiği gibi, Türkler ve Almanlar artık “et ve tırnak” gibidirler. Türklerin Almanya da entegre olmaları önemlidir ve büyük oranda da zaten olmuşlardır. Deutsche Welle’den gazeteci Baha Güngör maçın hemen ertesi günü yaptığı yorumda bu konuya değinirken, artık Almanya’daki basın ve medyanında sadece “entegre olmayan grupları” sürekli göstermekten vazgeçmeye başladığını ve aslında oradaki Türklerin büyük oranda entegre olduklarını söylerken, önemli bir sosyolojik gerçeği de dile getiriyordu.

Türkiye-Almanya ilişkilerinde çok önemli bir rol oynayan ve 23 yıldır Merkezi Essen şehrinde bulunan Türkiye Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Faruk Şen’in bir süre önce Referans gazetesinde yayınlanan makalesinde ve Almanya’daki ve Avrupa’daki Türkleri “Avrupa’nın yeni Yahudileri” olarak değerlendirmesi ise tam da çorbanın tuzunu fazla kaçırma ile anlatılabilir. Zamanlama olarakta çok kötü olmuştur.

Prof. Faruk Şen ile ilgili olarak gerek Türk gerekse Alman basınında yazılanlar önümüzdeki günlerde gündemi belirleyecek gibi gözükmektedir. Fakat Prof. Faruk Şen gibi iki ülke ilişkilerinde kilit konumda olan birinin içine düştüğü durum nereden bakılırsa bakılsın Türk-Alman İlişkileri açısından tatsız bir örnektir. Prof. Şen’in iyi niyetle işadamı İshak Alaton’un bir yazısına destek amacı ile de olsa, Türkleri “Avrupa’nın yeni yahudileri” olarak görmesi, öyle gözüküyorki, ne Almanlar ne de Almanya’daki Yahudi örgütleri tarafından bir iyi niyet yaklaşımı olarak algılanmamıştır. Zaten işin anlaşılamayan yönü, Alman Üstün Hizmet Madalyası almış ve 23 yıldır her iki ülke ilişkilerini geliştirmek için uğraşmış ve halende uğraşan birinin böyle bir kıyaslamayı nasıl ve neden yaptığıdır. Gerçekten de anlaşılması zor bir durumdur ortada duran gerçek. Fakat Türkiye-Almanya ilişkilerinin geliştirilmesi devam etmelidir şeklinde düşünenler, şimdi bu olayın nasıl bir sonuç alacağını merak etmektedirler.

Almanya’nın en etkili gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung‘da 29 Haziran Pazar günü Wolfgang Günther Lerch imzalı bir makalede Prof. Faruk Şen’in durumu anlatılıyor ve artık geri dönüşü mümkün olmayan bir gelişmenin olduğu vurgulanıyor ve “yazık oldu Faruk Efendiye” diye son buluyordu. Orhan Veli’nin “yazık oldu Süleyman Efendiye” isimli şiirine atıfta bulunarak.

Türk –Alman ilişkilerinin bugün için geldiği nokta göreceli olarak çok iyi bir noktadadır. Bu gelişmenin Türk-Alman ilişkilerini etkilemesi kaçınılmazdır. Ancak bu bir şeyi daha göstermektedir. İki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmeye kendilerini adamış insanların tarihsel kıyaslama yaparken, tarihi iyi bilmeleri gerektiğidir. O nedenle ulusların tarihlerini bilmek ve hassasiyetlerini anlamak daha da önemlidir. Özellikle böyle kritik konumda olan ve görevleri toplumları birleştirmek olanların, daha da dikkatli olmaları gereken bir süreç başladı. Prof. Faruk Şen bu anlamda belkide ilk kurban bu anlamda. Tarihi bilmemenin yarattığı bir kurbanlık!!!!!