İsrail 60 yıl önce kurulduğunda Orta Doğu bölgesinin bir çok yeni çatışmalara sahne olacağı aşikardı. Bir yandan ABD, İngiltere ve Fransa’nın savaştan galip, fakat zayıflayarak çıktıkları için Ortadoğu’da oluşan “siyasi boşluğu” doldurmak için bölgeye yeni yeni girmeye hazırlanırken, diğer taraftan Sovyetler Birliği, Komünizmin lideri olarak yeni bağımsızlığını kazanan Arap ülkelerini ideolojik olarak ve gittikçe artan Arap milliyetçiliğini ve milliyetçileri de finansal olarak destekleyerek, ABD’nin bölgede güçlü bir konuma gelmesini engellemeye çalışıyordu.
ABD Devlet Başkanı Harry Truman kendi Dışişleri Bakanı George Marhall’ın muhalefetine ve yönetimdeki diğer etkili kişilerin siyasi endişelerine rağmen, Filistin’in bölünmesine ve İsrail devletinin kurulmasına onay verirken, Orta Doğu artık eski Orta Doğu olmayacaktı.
İsrail devletinin kurulması şüphesiz 2000 yıldır vatansız olan İsraillilerin sadece toprak değil aynı zamanda bir devlet sahibi olmaları demekti. Geçen 60 yılda hiçte kolay olmayan bir süreç yaşayan İsrail’in bir devlet olarak varlığını bölgede bundan sonrada devam ettirmesi söz konusudur.Çünkü geçen süreç içerisinde İsrail artık bir siyasal gerçekliktir ve Arap dünyası da bu siyasal gerçekliği artık kabul etmiş durumdadır.
İsrail devleti kuruluşundan 9 ay sonra 1949 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmıştır. İktidarda CHP Hükümeti vardır ve Cumhurbaşkanı da İsmet İnönü’dür. 1945 yılında savaşın bitimi ile Türkiye’den büyük bir kitlesel Yahudi göçü Filistin bölgesine -dolayısı ile İsrail’e- olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı esnasında “Varlık Vergisi” çerçevesinde gayrimüslimlerden alınan yüksek vergiler ve ödemeyenlerin uğradığı haksız muamele, tüm gayri müslimleri olduğu gibi Yahudileri de çok olumsuz etkilemiştir. Kanımızca, bu yaşananlar Türkiye Cumhuriyeti için aynı zamanda büyük bir kültürel, entelektüel ve ekonomik kayıp olmasının yanı sıra siyasi anlamda da telafisi mümkün olmayan bir kayıptır. Cumhurbaşkanı İnönü’nün Yahudilerin göçüne onay vermesi bir noktada bu yapılan bu haksızlığın acısını biraz olsun azaltmaya yöneliktir. Bugün de İsrail de Türkiye’den göçen Yahudiler halen Türkiye kültürünü korumaya çalışmaktadırlar. 1990’larda Başbakan Tansu Çiller’in İsrail ziyareti bu açıdan çok büyük bir olaya dönüşmüş ve Türk-İsrail ilişkileri çok önemli bir ivme yakalamıştır.
Türkiye’nin İsrail devletini tanıması sonraki yıllarda Türkiye’nin Arap milliyetçilerinin tepkisi çekmesine neden olmuştur. 14 mayıs 1950 seçimleri ile iktidara gelen Demokrat Parti başından itibaren İsrail’e olumlu bakmıştır. İsrail ile iyi ilişkiler Türk Devletinin dış politikasının temel taşlarından biri olmuştur. Nitekim bu dostluk için Türkiye “büyük bedeller ödemiştir”. İlginçtir aynı şekilde İsraillilerde böyle düşünmektedirler.
Başbakan Adnan Menderes, İsrail ile ilişkileri sonrası başta Mısır olmak üzere, Arap milliyetçilerinin baskısına maruz kalmış ve 1956 Süveyş krizi sonrasında ikili ilişkileri müsteşar düzeyine indirmek zorunda kalmış ve bu durum 1990’lı yılların başlarına kadar sürmüştür.1990 başından itibaren de ilişkiler tekrar büyükelçilik düzeyine çıkarılmıştır. Türkiye 1960 ve 1970’li yıllarda Arap milliyetçiğinin hedefi olurken, diğer taraftan İslam dünyasına İsrail’in bir siyasal gerçeklik olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Türkiye-İsrail ilişkileri tüm bu dönemlerde yine en yoğun biçimde devam ediyor ve ABD’nin önemli müttefiki Türkiye’nin İsrail ile Orta Doğu da iyi geçindiği ve korumaya çalıştığı görülüyordu.
Türkiye-İsrail ilişkileri öyle bir gelişme gösterdi ki, bazı yazarlar, eğer İsrail ABD’nin Orta Doğu’da ki çocuğu ise, bu çocuğun en yakın arkadaşı Türkiye’dir şeklinde analizler yapıyorlardı. Gerçekten de 1980’li yıllardan itibaren Türkiye–İsrail ilişkileri daha çok askeri alanda önemli bir gelişme gösterdi. PKK terörünün başlaması ile birlikte, Türkiye İsrail’den “sınır ötesi terör hareketleri ile mücadele konusunda” fikir alış-verişi ve teknoloji alımında bulunmaya başladı. 1990’lı yıllarda ise Avrupa ülkelerinin İnsan Haklarını ihlal ediyor diyerek, Türkiye’ye parasını ödediği halde silahları teslim etmeyişi, PKK ile mücadele de önemli insan kaybını da beraberinde getiriyordu. Tüm bu yıllarda İsrail Türkiye’ye doğrudan silah ve teknoloji vererek, terör ile mücadelede Türkiye’nin daha etkin bir mücadele etmesini sağlamıştır.
Nitekim 1992 yılında Yahudilerin İspanya’dan göçe zorlanmalarının 500. yılında İstanbul’da sadece bir Vakıf kurulmakla kalınmamış Türkiye’de ve tüm dünyada bu konunun önemine değinilmiş ve Yahudileri kabul eden Osmanlı İmparatorluğu’nun daha sonraları Yahudi milletini nasıl (millet-i sadıka) sadık millet olarak gördüğü değişik organizasyonlar ile tekrar tekrar hatırlatıldı. Şüphesiz güçlü İsrail lobisi içinde önemli bir yıldı 1992.
Türkiye’nin dış politikasında ise İsrail ve İsrail lobisi önemli bir unsurdur. Türkiye’de genel olarak devlet politikaları anlamında bir İsrail karşıtlığı söz konusu değildir. Fakat son 25 yıldır tüm dünyada hızla gelişen İslami hareketlerin bir ürünü olarak Türkiye’de de bir İsrail karşıtı bir hareket ve kesim oluşmaya başlamıştır. Özellikle İslamcı basının bazı gazeteleri ve yazarları son yıllarda İsrail düşmanlığı pompalamaktadırlar.
İlginç bir şekilde tüm 90’lı yıllarda İslamcı hareketlerin gösterilerinde “İsrail bayrağı yakmak bir rituel haline” dönüşmüştür. Örneğin İslamcı hareketin ve siyasal partilerin en önemli lideri konumundaki Necmettin Erbakan’ın konuşmaları bunu açıkça ortaya koymaktadır. Necmettin Erbakan, “siyonizmin” dünyanın en büyük baş belası olduğu yönündeki görüşünü her defasında söylemiştir. İlginç olan ise,1990’lı yılların ortalarında Necmettin Erbakan’ın koalisyon hükümetinde başbakan olduğunda Türkiye’nin İsrail ile başta savunma konuları olmak üzere tüm anlaşmaları parafe etmesi veya yenilerini imzalamasıdır. Tansu Çiller ile Koalisyon ortağı olan Necmettin Erbakan bu anlamda “İsrail’e sempati ile bakan” ortağını kıramamıştır!!!! Siyasetin belkide en ilginç noktası budur.
Nitekim Erbakan’ın öğrencisi olan Başbakan Tayyip Erdoğan’da gençliğinde İsrail karşıtı söylemlerde bulunmuş ama önce Belediye Başkanı sonra ise Başbakan olarak Necmettin Erbakan’ dan daha da ileriye giderek ABD’deki İsrail lobisi temsilcilerinden yılın siyasetçisi ödülünü almıştır. Her ne kadar Tayyip Erdoğan İsrail’e çok kritik eleştirilerde bulunan bir Türk başbakanı olsa da, son 6 yıldır hem İslamcı gösteriler hem de“İsrail bayrağı yakmak” iyice azalmıştır.
İsrail’in ABD yönetimi ve dış politikası üzerinde ne kadar etkili olduğu iki yıl önce JohnMearshheimer/Stephen Waltz ikilisi tarafından yayınlanan ve büyük bir gürültü koparan “ABD ve İsrail lobisi” isimli kitap açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Tabii Türkiye’nin Rum/Ermeni lobisine karşı en büyük desteği de İsrail lobisinden gördüğü açıktır. Eğer bugüne kadar Sözde Ermeni Soykırımı kararı Amerikan Senatosundan geçmedi ise bunda İsrail lobisinin büyük payı vardır.
İsrail aynı zamanda Türkiye’nin AB üyeliği içinde lobi yapmaktadır. 1999 yılında Helsinki’de Türkiye’nin adaylığı tescil edilirken, AB’ye mektup gönderenler arasında sadece ABD devlet başkanı Bill Clinton değil, aynı zamanda İsrail devlet başkanı da vardır!!!!
Buna bir de Abdullah Öcalan’ın Kenya da yakalanmasında ve Türkiye getirilmesinde ABD ve İsrail gizli örgütlerinin de çok önemli katkıları olduğunu eklemekte fayda vardır. İsrail Türkiye’yi bu anlamda destekleyen ve bilgi ile besleyen bir ülke olmuştur. Son dönemlerde İsrail ile Suriye arasında arabuluculuğa soyunan Türkiye’nin, İsrail’in onayı olmadan bunu gerçekleştirmesi mümkün değildir.
İsrail-İran ilişkileri ise Türkiye’yi zor duruma sokmaktadır. Her iki ülkenin genelde “ağız dalaşı” olarak yorumlanabilecek olan tartışmaları Türkiye’yi zor durumda bırakmaktadır. Çünkü Türkiye her iki ülke ile de son dönemlerde yoğun bir ilişki içindedir. Türkiye kanımızca her iki tarafı da kırmamaya ve taraf olmamaya özen göstermektedir. Türkiye’nin İran’ı düşman olarak görmesi söz konusu olmadığı gibi, İran içinde İsrail’den vazgeçmesi mümkün değildir. Ama İran’ın nükleer bir askeri güce dönüşmesi şüphesiz İsrail kadar olmasa da Türkiye’yi de rahatsız etmektedir. En azından son dönemdeki tartışmalar bunu göstermektedir.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin kuruluşundan itibaren seyrine bakıldığında İsrail’i tanımış olmanın doğru bir karar olduğu görülmektedir. Atatürk ile beraber Cumhuriyeti kuranlardan olan İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün bu tarihi kararı şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Çok değil, modern Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan tam 25 yıl sonra kurulan İsrail devleti’nin 60 yıllık geçmişi sonuç itibarı ile çok zor geçmiştir. Fakat İsrail’de yeni nesil artık olaya “normalleşme” çerçevesinde bakmakta ve İsrail devletinin yaşaması onlar için, bir öceki nesil için kurulması ne kadar zor oldu ise, yaşaması da bu yeni nesil için o kadar normal gözükmektedir. Arap dünyasının İsrail politikaları ayrı bir tartışma konusudur. Filistin Sorununun çözümlenmesi de kolay olmayacaktır. Ama İsrail 60 yıldır var ve bugün artık tüm Orta Doğu ve dünya için siyasal bir gerçekliktir.
İsrail’in 60. yıl kutlamaları Ankara Swiss Hotel’de yapıldı. Devletin en üst düzeyde temsil edildiği çok kalabalık bir katılımcı ile gerçekleşen bu gece de İsrail Büyükelçisinin söylediği şu cümle ile belki de her şeyi anlatıyordu.”60 yıl bizim için hiç kolay geçmedi, ama sonuçta bizde 60 yıllık bir devlet olduk ve nice 60 yıllar kutlamak hedefimiz olarak kalacaktır.”
Türkiye’nin başından itibaren İsrail’i tanıması ise, tekrar etmekte fayda var,
Büyük devlet olmanın doğal bir sonucu olarak görülmelidir.1492 den beri önce Osmanlı imparatorluğunun sonra da Türkiye’nin sosyal, siyasal, ekonomik ,kültürel ve entelektüel yaşamına çok büyük katkıda bulunan bu ulusa verilecek en büyük hediye bundan başka ne olabilirdi ki? İnönü’den Tayyip Erdoğan’a bu anlamda sadece bir gelenekten söz edilebilir. Bu geleneğin bundan sonra devam etmemesi içinde bir neden bulunmamaktadır gibi gözükmektedir.