Hepimiz mi fransızlaştık şu fransızlar gibi? [Günay Tulun]

Yaşam

Müjde!
Fransızlar yine fransızlaştı.
Sayelerinde yeni bir şey daha öğrendik.
Türkler Keldaniler’i de soykırıma uğratmış.
Paris’in hemen yanı başındaki Sarcelles’de dikilen Keldani Soykırım Anıtı’nın üzerindeki kitabeye şu satırları yazmışlar.
“1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde soykırım kurbanı 250.000’i aşkın Keldani’nin anısına…”
Vallahi de Billahi de yazıyla da rakamla da iki yüz elli bin.

Anıtı yaptıran belediye. Yani halkın parasıyla yapılmış. O tür ülkelerde halkın onayını almadan bu tür işleri yapmak oldukça zor.
Hani öyle ya da böyle halk desteği de sağlanmış gibi.
Anıtın konuşlandırıldığı yerin seçimi de fark edilebilme özelliği açısından akıllıca yapılmış. Nelson Mandela Stadı’nın önünde yer alan “Ermeni Soykırım Anıtı’nın” hemen bir taş atımı uzağında. Yani “Bak, Türkler Ermeniler’i kesmişti, demek ki bunları da kesmişler” hesabı.

Başta belediye başkanı olmak üzere bir dolu boşboğaz anıt açılışında yaptıkları konuşmalarda ne Türkiye’nin soykırımcılığını bırakmışlar ne de soykırımcı oluşunu kabul etmedikçe AB’ye alınmayacağını. AB’ye alınmayacağımızı söyleyenler arasında Fransa Keldani Derneği Başkanı’yla Iraklı Keldani asıllı bir milletvekili de var. Güler misin, ağlar mısın? Irak nere, AB nerde…
Oy ya da bir başka ödül uğruna konuşmak, “Pamuklaşmak” çok kolay. Kendileri de aynı cinsten oldukları için şakşaklayan, sırtlarını sıvazlayan kişileri rahatça buluyorlar. Birilerinin gerçek tarihi tersine çevirip alt üst etmesine, tarihin sahtekârlarca yeniden yazılmasına karşı bu kadar sessiz kalmak bilime ihanet değilse nedir? Anlaşılan bir hakseverin tarih kayıtlarına uzanacağı güne kadar bu iş böyle sürüp gidecek. O gün düşecekleri konumsa bugünkü “Şarlatanlık” makamlarının tescili. Yine de utanacaklarını sanmam. Çünkü tarih kayıtlarında bir pislikmişçesine anılmak onları rahatsız etmiyor. Ayrıca ihtiyaçları doğrultusunda alternatif tarih yazmada da pek becerikli, pek pişkin olduklarını unutmamak gerek…

Yalnız gerçek tarih, bu kez hızlı davranıp ilk konuşmasını yaptı bile.
O yıllara ait Fransız kaynaklarının yayınlarını incelerseniz Osmanlı Toprakları’nda yaşayan Keldani sayısının on üç bin iki yüz küsur olduğunu görürsünüz. Söyleyen ben değilim. Fransızlar’ın ta kendisi. O günkü Keldani sayısını veren de bugünkü şaklabanlığı yapan da onlar. Yani 13.200 küsur Keldani’nin, 250.000 adedini Türkler’e katlettirmişler. İsterseniz bir de yazıyla yazayım. Yalnız on üç bin iki yüz küsur kişinin iki yüz elli binini Türkler öldürmüş. Keldani uydurmacalarının niyetini anlamasak da anladık diyelim. Ama şu kışkırtıcı Fransızlar’ın hesabını anlamanın mümkünü yok. Anlamasak da bu kadar zavallı, bu kadar pespaye olma gayretlerinin ardında bir çıkarları vardır mutlaka.

Sonuç olarak; Fransızlar ciddiye alınması gereken ama çirkin, yalancı ve ciddiyetsizlikle malûl bir millet olarak ilân etmede sakınca görmüyorlar kendilerini. Onlar görmezse ben de görmem. Fransa sözcüğünü duydukça Tuğçe Baran gibi “Hi hi, hayt, ho ho, hi!” dememek için zor tutuyorum kendimi.
Bunlar da “Ermeniler’in Ceset Tarlası” masalındaki gibi verimli bir ceset sulama tarımı keşfettiler galiba…

Ahlâk denen değerle tanışmamış; hak, hukuk saygısını öğrenememiş yüzsüzlerin böyle şeyler yapması garip gelmiyor insana. Garip gelen ne hükümet üyelerimizin, ne seçerek meclise gönderdiğimiz mutlu azınlığın, ne sivil toplum örgütlerimizin, ne de okuma özürlü halkımızın ufacık bir karşı tedbir almak için parmağını bile oynatmaması.
Birçoğu üzerlerine ölü toprağı serilmiş ya da kafalarındaki türlü düşünceler nedeniyle hareketsiz kalmayı yeğlemiş olabilirler. Olabilirler ama, çocuklarımızla gelecek nesillerimizin onurunu böyle lekelerle kirletme hakkını onlara kim verdi? Kimden aldılar bu hakkı? Yanı başımızdaki Irak’ın milletvekili Kanna’nın kışkırtıcı, “Hakkâri ve Botan’a da aynı anıttan dikildiği zaman Keldaniler’in acısı hafifleyecektir.” cümlesi hâlâ kafanızda bir takım sarsıntılar yaratmıyorsa vah sizlere, vah benim ülkeme…

Soykırım ve iftiralar konusunu sürekli yazanlar vardır mutlaka. Bıkıp usanmadan yıllardır yazanlardan biri de benim. Çoğu zaman karşı tedbirleri ve aleyhimizdeki ortamı lehimize çevirecek seçenekleri de sunuyorum. Gelen e-mektuplardan gördüğüm kadarıyla bu yazıların gerekli önlemleri alabilecek kişiler tarafından okunduğunu da bilmekteyim.
Ama eylem, ama sonuç derseniz hafif bir imbat bile görmüyorum ufukta.
Hepimiz fransızlaşıp kalmış gibiyiz kendi ülkemize…

Allah’tan dileğime gelince; birileri çıksa da yalancı saysam kendimi.
İnanın en içten dileğim bu.
Birileri çıksa da yalancı kılsa beni!

Allah kısmet ederse “Unutmayın!… Yoksa Hâlâ…” adlı yazıda buluşmak ümidiyle…

Hepimiz mi Fransızlaştık Şu Fransızlar Gibi?

Müjde!
Fransızlar yine Fransızlaştı.
Sayelerinde yeni bir şey daha öğrendik.
Türkler Keldaniler’i de soykırıma uğratmış.
Paris’in hemen yanı başındaki Sarcelles’de dikilen Keldani Soykırım Anıtı’nın üzerindeki kitabeye şu satırları yazmışlar.
“1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde soykırım kurbanı 250.000’i aşkın Keldani´nin anısına…”
Vallahi de Billahi de yazıyla da rakamla da iki yüz elli bin.

Anıtı yaptıran belediye. Yani halkın parasıyla yapılmış. O tür ülkelerde halkın onayını almadan bu tür işleri yapmak oldukça zor.
Hani öyle ya da böyle halk desteği de sağlanmış gibi.
Anıtın konuşlandırıldığı yerin seçimi de fark edilebilme özelliği açısından akıllıca yapılmış. Nelson Mandela Stadı’nın önünde yer alan “Ermeni Soykırım Anıtı’nın” hemen bir taş atımı uzağında. Yani “Bak, Türkler Ermeniler’i kesmişti, demek ki bunları da kesmişler” hesabı.

Başta belediye başkanı olmak üzere bir dolu boşboğaz anıt açılışında yaptıkları konuşmalarda ne Türkiye’nin soykırımcılığını bırakmışlar ne de soykırımcı oluşunu kabul etmedikçe AB’ye alınmayacağını. AB’ye alınmayacağımızı söyleyenler arasında Fransa Keldani Derneği Başkanı’yla Iraklı Keldani asıllı bir milletvekili de var. Güler misin, ağlar mısın? Irak nere, AB nerde…
Oy ya da bir başka ödül uğruna konuşmak, “Pamuklaşmak” çok kolay. Kendileri de aynı cinsten oldukları için şakşaklayan, sırtlarını sıvazlayan kişileri rahatça buluyorlar. Birilerinin gerçek tarihi tersine çevirip alt üst etmesine, tarihin sahtekârlarca yeniden yazılmasına karşı bu kadar sessiz kalmak bilime ihanet değilse nedir? Anlaşılan bir hakseverin tarih kayıtlarına uzanacağı güne kadar bu iş böyle sürüp gidecek. O gün düşecekleri konumsa bugünkü “Şarlatanlık” makamlarının tescili. Yine de utanacaklarını sanmam. Çünkü tarih kayıtlarında bir pislikmişçesine anılmak onları rahatsız etmiyor. Ayrıca ihtiyaçları doğrultusunda alternatif tarih yazmada da pek becerikli, pek pişkin olduklarını unutmamak gerek…

Yalnız gerçek tarih, bu kez hızlı davranıp ilk konuşmasını yaptı bile.
O yıllara ait Fransız kaynaklarının yayınlarını incelerseniz Osmanlı Toprakları’nda yaşayan Keldani sayısının on üç bin iki yüz küsur olduğunu görürsünüz. Söyleyen ben değilim. Fransızlar’ın ta kendisi. O günkü Keldani sayısını veren de bugünkü şaklabanlığı yapan da onlar. Yani 13.200 küsur Keldani’nin, 250.000 adedini Türkler’e katlettirmişler. İsterseniz bir de yazıyla yazayım. Yalnız on üç bin iki yüz küsur kişinin iki yüz elli binini Türkler öldürmüş. Keldani uydurmacalarının niyetini anlamasak da anladık diyelim. Ama şu kışkırtıcı Fransızlar’ın hesabını anlamanın mümkünü yok. Anlamasak da bu kadar zavallı, bu kadar pespaye olma gayretlerinin ardında bir çıkarları vardır mutlaka.

Sonuç olarak; Fransızlar ciddiye alınması gereken ama çirkin, yalancı ve ciddiyetsizlikle malûl bir millet olarak ilân etmede sakınca görmüyorlar kendilerini. Onlar görmezse ben de görmem. Fransa sözcüğünü duydukça Tuğçe Baran gibi “Hi hi, hayt, ho ho, hi!” dememek için zor tutuyorum kendimi.
Bunlar da “Ermeniler’in Ceset Tarlası” masalındaki gibi verimli bir ceset sulama tarımı keşfettiler galiba…

Ahlâk denen değerle tanışmamış; hak, hukuk saygısını öğrenememiş yüzsüzlerin böyle şeyler yapması garip gelmiyor insana. Garip gelen ne hükümet üyelerimizin, ne seçerek meclise gönderdiğimiz mutlu azınlığın, ne sivil toplum örgütlerimizin, ne de okuma özürlü halkımızın ufacık bir karşı tedbir almak için parmağını bile oynatmaması.
Birçoğu üzerlerine ölü toprağı serilmiş ya da kafalarındaki türlü düşünceler nedeniyle hareketsiz kalmayı yeğlemiş olabilirler. Olabilirler ama, çocuklarımızla gelecek nesillerimizin onurunu böyle lekelerle kirletme hakkını onlara kim verdi? Kimden aldılar bu hakkı? Yanı başımızdaki Irak’ın milletvekili Kanna’nın kışkırtıcı, “Hakkâri ve Botan´a da aynı anıttan dikildiği zaman Keldaniler’in acısı hafifleyecektir.” cümlesi hâlâ kafanızda bir takım sarsıntılar yaratmıyorsa vah sizlere, vah benim ülkeme…

Soykırım ve iftiralar konusunu sürekli yazanlar vardır mutlaka. Bıkıp usanmadan yıllardır yazanlardan biri de benim. Çoğu zaman karşı tedbirleri ve aleyhimizdeki ortamı lehimize çevirecek seçenekleri de sunuyorum. Gelen e-mektuplardan gördüğüm kadarıyla bu yazıların gerekli önlemleri alabilecek kişiler tarafından okunduğunu da bilmekteyim.
Ama eylem, ama sonuç derseniz hafif bir imbat bile görmüyorum ufukta.
Hepimiz fransızlaşıp kalmış gibiyiz kendi ülkemize…

Allah’tan dileğime gelince; birileri çıksa da yalancı saysam kendimi.
İnanın en içten dileğim bu.
Birileri çıksa da yalancı kılsa beni!

Allah kısmet ederse “Unutmayın!… Yoksa Hâlâ…” adlı yazıda buluşmak ümidiyle…