Başbakan Recep Tayip Erdoğan geçen hafta sonu bir kez daha partisinin tartışmasız lideri olarak seçildi. Bunun uzun vadede hem ülke için hem de parti için bazı sonuçları olacaktır. Özellikle, gelecek Mayıs ayında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olup olmayacağı tartışması şimdi hiç olmadığı kadar önemlidir. Son haftalarda bazı siyasi partilerin yanı sıra iş dünyasından üniversitelere, ordudan sendikalara uzanan bir “toplumsal koro” Erdoğan’ın adaylığının ülke içinde büyük siyasal çalkantılara neden olacağını söylemektedir. Erdoğan bu konuda hala “iki taraflı” bir dil kullanmaktadır. Bir gün aday olması gerekmediğini söylemekte, başka bir gün Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün başarılı bir şekilde kendi yerini alacağını söylemektedir. Diğer bir tabirle, siyasi olarak vurulması zor, hareketli bir hedef gibidir.
Erdoğan’ın geçen dört yılda başbakanlığı sürecinde birçok hata yapmıştır. Onun konuşma tarzı siyaseten tartışmalıdır ve bazı sorunlarda duyarsızdır. Bazı durumlarda halka hitap edişi
Siyaseten çok yanlış ve kabadır, ancak bazı durumlarda özür dilemeyi de öğrenmiştir. Bazı zamanlar hala sinirlerine hâkim olamaması önemli bir sorundur. Bu yüzden cumhurbaşkanı olmak istiyorsa çok daha dikkatli olmalıdır.
Geçen cumartesi günü parti kongresinde kendine oldukça güvenen bir siyasi parti lideri olduğunu göstermiş, iç ve dış siyasi meseleler hakkında önemli mesajlar vermiştir.
İçeriye dönük olarak kendi başbakanlığı döneminde geçen dört yıl içinde Türkiye’nin kaydettiği gelişme ve ilerleme üzerine yoğun bilgiler aktardı. İhracat rakamları ve ülkedeki yatırımlar gerçeği yansıtmaktadır. Ancak bu başarı, toplumun önemli kesimlerinin dört yıl öncesine göre daha zor durumda oldukları suçlamalarını azaltmamaktadır. Küçük ve orta ölçekli girişimciler ve tarım sektörü, vergi politikaları, IMF ve AB politikaları yüzünden ağır bir darbe almıştır. Tarım alanında Türk ürünlerinin durumu iyi değildir ve 35 milyondan fazla insan büyük ekonomik zorluklarla karşı karşıyadır. Son zamanlardaki fındık meselesinde olduğu gibi hükümetin politikaları başarısızlıkla yüz yüzedir; Karadeniz bölgesinde 100.000’den fazla insan Hükümete karşı protesto gösterileri yapmıştır. AK Parti hükümetinin belki en zayıf noktası tarım sektörüdür.
Başbakan Erdoğan’ın eğitim alanında bir çok yatırım yapıldığını söylemesine rağmen hükümetin eğitim politikaları da şiddetle eleştirilmektedir. Eğitim meselesi ülkenin en temel problemlerindendir ve hükümetin önceliği olmalıdır. Bununla birlikte AK parti hükümetinin iktidarda olduğu dört yıl boyunca temel problem laik eğitim sisteminin hasar görmüş olmasıdır. Şüphesiz, okul kitaplarında giderek daha fazla “dini sembol” yer almakta ve İslami değerler vurgulanmaktadır. Başbakan’ın laikliği savunduğu iddialarına rağmen onun laiklikten anladığı şeyin dini eğitim ve değerlerin daha fazla vurgulandığı bir sistem olduğu tartışmasızdır. Gerçekten de AK Parti hükümeti laik eğitim sisteminde büyük bir gedik açmayı başarmıştır.
Başbakan konuşması sırasında, aynı hafta sonu, önceki Başbakan Bülent Ecevit’in cenaze töreninde “Türkiye laiktir, laik kalacak” şeklinde slogan atanlara yüklendi. Erdoğan laikliği hala içine sindirememiştir. Erdoğan’ın gelecek yıl Mayıs ayında cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağı işte bu noktada kilitlenmektedir. Elbette aday olmaya hakkı vardır. Sorun onun adaylığı değildir, fakat bunun devlet ve toplum üzerindeki etkileridir. Kamuoyu bu meselede ikiye bölünmüştür.
Dış politika meselelerinde sorumlu bir devlet adamı gibi konuşmaktadır. Tüm bu yıllar içinde dış politikayı öğrendiğine pek şüphe yoktur, ancak hala eleştirilmektedir. Erdoğan’ın dış politikası çok yönlüdür, ancak Batıcı olarak da görülebilir. Onun en büyük başarısı bütün eleştirilere rağmen AB ile müzakereleri başlatabilmiş olmasıdır. Onun partisinde dahi bir çok kimse Türkiye’nin AB’ye tam üye olacağına inanmamaktadır; fakat o bütün süreci desteklemiştir. Açık-uçlu müzakereleri kabul etmesi şimdiye kadar yaptığı en büyük özveridir ancak 2004 yılı sonunda fazla hareket alanı kalmamıştır. Son bir yılda bazı AB ülkelerinin yarattığı bütün sorunlara rağmen Türkiye reformlara durmamış ve yoluna devam etmiştir. Kanaatimize göre AK Parti hükümeti AB yönelimini devam ettirecektir.
Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül, İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki politikalarına en sert şekilde eleştirenlerdendir. İsrail bu durumdan memnun değildir. Bununla birlikte, Tayyip Erdoğan’ın Arap ülkelerini ortak bir tavır almak üzere bir araya getiremediği için Türkiye’nin AK Parti hükümeti döneminde Orta Doğu’daki pro-aktif politikası da tartışılmalıdır. Adil olmak gerekirse, ne İsrail ne de Arap ülkeleri Türkiye’nin müdahalesinden pek hoşnut değildir. Diğer bir tabirle, Türkiye burada “tarafsız bir arabulucu” olarak istenmemektedir. Türkiye’nin Ortadoğu politikası ticari ilişkilerde ve Arap sermayesini çekmekte başarılıdır. Formül şudur:“Türkiye’nin Ortadoğu’da siyasi varlığına hayır; iktisadi varlığına evet.” Tayip Erdoğan bu durumdan hoşnut değildir, ancak Ortadoğu’da daha etkili başka oyuncular vardır. Bu faktörlere rağmen Türkiye’nin girişimleri küçümsenmemelidir.
Erdoğan konuşmasında Türkiye-Amerika ilişkileri üzerine bazı hususlara da değinmiştir. Onun başbakanlığı döneminde Türk-Amerikan ilişkileri çok ilginç iniş-çıkışlar yaşamıştır. 1 Mart 2003 kararı iki ülke ilişkilerinde kesinlikle bir dönüm noktası olmuştur. Bununla beraber Washington Erdoğan hükümetinin en güçlü destekçisidir. Ekim 2006’da Başkan Bush ile son görüşmesi ilişkilerin nasıl istikrara kavuşturulacağına dair mesajlarla doluydu. Fakat Türkiye hala ABD’nin stratejik ortağı değildir.
AK Parti şimdi istikrara kavuşmuştur ve iktidardaki dört yılın ardından merkezde bir parti olduğunu iddia etmektedir. Erdoğan’ın muhafazakar demokrat görüşleri giderek AK Parti ile özdeşleşmektedir ve artık bir çok insan, AK Parti’nin dini bir parti olduğuna inanmamaktadır. Ancak yaklaşmakta olan Kasım 2007 seçimleri, AK Parti’nin siyasal yelpazenin merkezine gerçekten yerleşip yerleşmediğini gösterecektir.
Parti kongresinin özeti şudur; Erdoğan şimdi tartışmasız bir lider olarak ortaya çıkmıştır ve büyük bir ihtimalle parti lideri olarak değil cumhurbaşkanı olarak seçimlere kadar partiye liderlik etmeye devam edecektir. Bir çok görüşün aksine Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olacağını ve Dışişleri Bakanı Gül’ün de onun yerine başbakan olacağını düşünüyoruz. Eğer böyle olmaz ise AK Parti yine en güçlü parti olacaktır. Türkiye, ikinci defa AK Parti liderliğinde bir hükümet için hazır olmalıdır. Bunların hepsi şimdi Tayip Erdoğan’a bağlıdır. Erdoğan’ın iki seçeneği vardır; daha çalkantılı ve istikrarsız bir ülkenin cumhurbaşkanı olmak yada giderek güçlenen Türkiye’nin başbakanı olmak. Bu yalnızca Erdoğan’ın değil Türkiye’nin ilkemidir. 2007 büyük seçimlerin yılı olacaktır.