Erdoğan, Larry King ve Lübnan’da Barışı Koruma Gücü

Geçen hafta CNN’de Larry King’in canlı yayın konuğu olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eğer sıcak savaş sona ererse Türkiye Lübnan’daki uluslararası barışı koruma misyonunda yer almayı düşünebilir dedi.

Erdoğan’ın söylediği sürpriz değildir daha çok Türk devlet geleneğinin devamıdır. 1950-1953 Kore Savaşından beri Türkiye uluslararası çatışma alanlarına asker göndermektedir ve özellikle Türkiye’nin uluslararası barışı koruma misyonlarına katkısı 1990’lardan beri artmaktadır.

Yeni olan nedir? Türkiye hükümetiyle hem Hizbullah’a hem de Hamas’a sempati duymaktadır ve Erdoğan için İslami politikalarının önceye göre daha çok sorgulandığı bir dönemde bu bir prestij sorunudur aynı zamanda.

Zorunlu olarak İsrail tarafından değil daha çok Hamas ve Hizbullah tarafından. Türkiye’de Ankara’nın Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında olsa bile Orta Doğu’daki çatışmaya dahil olmaması gerektiği yönündeki eleştiriler daha çok ideolojiktir ve bu tip beyanlar “realpolitik” bir terimi göz ardı etmektir: Stratejik derinlik.

Eğer bu savaşın acil bir şekilde durdurulmasına ihtiyaç varsa Türkiye kendini bundan nasıl uzak tutabilir? Türkiye’nin Birleşmiş Milletler içindeki sorumluluğu onu diğer ülkelerle birlikte aynı Afganistan, Bosna ve Kosova’da olduğu gibi orada olmasını gerektirir.

İsrail hükümeti bir anda ateşkesi kabul etti ve Lübnan sınırına uluslararası barışı koruma gücünün yerleştirilmesini istedi. İsrail’in ciddi mi olduğu yoksa Hizbullah’a daha çok zarar vermek için zaman mı kazanmak istediğini göreceğiz. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah hafta sonunda İsrail ile savaşmaya devam edeceklerini söyledi; bu yorum bölgede kısa dönemde barışın kurulabilmesinin imkansızlığını göstermektedir.

ABD Dışişleri Bakanı Codoleezza Rice’ın İsrail ziyareti aslında çatışmanın durdurulması anlamına gelir. İsrail askeri amaçlarına ulaşmıştır. Günümüz koşullarında İsrail daha fazla ileri gidemez çünkü dünyadaki insanlar İsrail’e karşı dönmektedir. Avustralya’dan Asya’ya oradan Afrika ve Avrupa başkentlerine uzanan Cumartesi günki gösteriler artık insanların usandığını göstermektedir. İsrail bu mesajı doğru okumalıdır.

Türk başbakanının CNN’deki görüntüsüne uluslararası basında değinildi. Olası cevapları danışmanları tarafından çok dikkatli bir şekilde seçilmiş ve sert bir İsrail karşıtı tutum takınmaması konusunda uyarılmıştır.

Erdoğan sürpriz bir şekilde bu sefer yumuşak bir söylem benimsemiştir ve Larry King yorumlarından tatmin olmuş görünmedi. Ancak Erdoğan’ın görüntüsü önemlidir çünkü Türkiye Rice’ın bahsettiği “yeni Orta Doğu”nun bir parçasıdır. Türkiye’nin “Büyük Orta Doğu Girişimi”ndeki yeri çok büyüktür ve sorun Türkiye’nin bununla başa çıkıp çıkamayacağıdır.

Erdoğan, hükümetinin kararının çok güçlü iç eleştirilerle karşılaşacağının farkındadır ve Türkiye ne kadar çok PKK ile mücadelede başarısız olursa hükümet içte savaş devam ederken yurtdışına asker gönderme konusunda o kadar çok eleştiri ile karşı karşıya kalacaktır.

Arap ülkeleri de Türkiye’nin geleneksel İsrail yanlısı politikasını eleştirmektedir.

Bugünlerde İran diğer birkaç ülke ile Türkiye-İran ilişkilerinin şu anda mükemmel olduğunu düşünmektedir. Ancak Türkiye’nin barışı koruma gücüne katılımı daha henüz uygulanmamıştır. Hizbullah ve Hamas’ın Birleşmiş Milletler misyonundaki Türk askerlerine saldırıp saldırmayacağını bekleyip görmeliyiz. Hem Hizbullah hem de Hamas İran ve Suriye’nin vekilidir ve Türkiye’nin her iki ülke ile çok iyi ilişkileri vardır. Bu Türkiye-İran-Suriye üçgeni için bir meydan okumadır. Erdoğan bunun böyle olmayacağını farzetmektedir. Göreceğiz.

Erdoğan CNN’e çıkmadan önce İstanbul Boğaziçi’ndeki yeni ofisine kendine yakın bazı gazetecileri davet etti. Bu şarap seçimine benzemektedir, kendini rahat hissettiği gazatecilerden oluşan bir seçme.

Anlaşılabilir. Ancak bu gazeteciler her zaman Erdoğan’ı överler veya en azından onun hakkında ve partisi hakkında iyi şeyler yazarlar. Yine bu anlaşılabilir çünkü Erdoğan istediğini davet edebilir. Ancak Türk basını daha çok bölünmektedir ve bu onun için iyi değildir. Erdoğan’ın güveni yapay olabilir. Eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in muhalefet deneyimi olmayan bir partinin seçimlerde zorluklarla karşı karşıya kalacağı sözü doğrudur.

Şu anda iktidardaki AKP bu sorunlarla uğraşmaktadır ancak erken seçim olmayacaktır ve bir yıl uzun bir süredir. Bu yıl boyunca Orta Doğu sorunu varlığını sürdürecektir ancak ne tür bir Orta Doğu ile karşılaşacağımızı bilemeyiz. Hükümetin en büyük düşmanı milliyetçiliğin tırmanmasıdır. Sadece İslam değil PKK ile mücadele ve yükselen milliyetçilik de gelecek seçimlerin galibini belirleyecektir.

Bu hafta Türk ordusunun lider kadroları ki PKK ile mücadeleye yönelik eleştirilerden ayrı düşünülemez değişecektir. Ordu yeterince sert olmamakla suçlanmaktadır.

Bu, İsrail yanlısı kitlelerin gözünde İsrail’in gücüdür: İsrail hızlı bir şekilde yıkıcı önlemleri uygulayabilir. Şu anda başbakanın en büyük sorunu bir çok Türk askeri ve devlet görevlisinin yaşamlarını kaybetmesi olacaktır. Görünürde bir amaç yoktur. Erdoğan’a yönelik güçlü bir eleştiri diğer çatışmaları çözmeden önce evdeki ateşi söndürmesidir.

Şu ana kadar Erdoğan Orta Doğu’da risk almaya hazır güçlü bir lider imajını çizmiştir. Orta Doğu siyasetinde Araplar ve İran’ın desteğine güvenmektedir. Tabi ki ABD elindeki en güçlü karttır ve hem İsrail hem de ABD Türkiye’yi Lübnan’daki barışı koruma gücünde yer almaya zorlamaktadır.

Türkiye Lübnan’a gitmeli midir? Türk basınındaki birçok kişiye göre bu sorunun cevabı nettir: hükümetin başka bir alternetifi yoktur. Tarihsel anlamda Türkiye’nin varlığı bir zorunluluktur. Ancak Birleşmiş Milletler’in Lübnan’da başarılı olup olamayacağı ayrı bir konudur.

Evet yeni bir Orta Doğu vardır ve Türkiye bunun bir parçasıdır. Bu nedenle Erdoğan ve stratejik derinliğe sahip bütün danışmanları Arap ve İslam yanlısı politikalar izlemektedirler.