ABD ve İran Neden Masaya Oturdu?

İçeriği Paylaş...

ABD ve İran, haftasonu Cenevre’de yapılan İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak yapılan görüşmelerde 30 yıldır ilk defa bu kadar üst düzey bir temsilci ile görüşmelere katıldılar. Bunun en önemli nedeni ABD’nin artık son aylarına girmiş bulunan Bush yönetiminin İran ile bir silahlı mücadele girmeyeceğinin mesajlarını vermek oldu. ABD Dışişleri Bakanlığı 3 numarası William Burns Cenevre’deki görüşmelere katılan ilk üst düzey yetkilisi oldu. İran tarafından Said Celili ve Avrupa Birliği Dış İlişkiler Komiseri Javiar Solana’nın katıldığı görüşmeler şu aşamada bir sonuç vermemiş ve iki hafta sonra İran’ın vereceği karar beklenmeye başlanmıştır. İran “uranyum zenginleştirme programının müzakere konusu olamayacağını” peşinen bildirmiştir.

Bir başka ifade ile İran’ın nükleer programından vazgeçmeye niyeti olmadığı görülmüştür.

Iran ile ABD arasında ortaya çıkan yumuşama ve masaya oturma eğilimi bir süre önce ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’in daha fazla İranlı’nın ABD’yi ziyaret etmesini sağlamak için Tahran’da bir temsilcilik açma fikrinden kaynaklanmaktadır.

Geçen hafta içinde İngiliz The Guardian gazetesinde yayınlanan bu haberden ve İran Cumhurbaşkanı Ahmedi Nejat tarafından bu önerinin kabul edilmesinden sonra Cenevre görüşmelerine temsilci göndermek ABD için bulunmaz bir fırsat oldu. Bilindiği üzere ABD’ye gitmek isteyen İranlılar ya Dubai ya da İstanbul’daki ABD elçiliklerine müracaat etmek zorunda idiler. ABD’nin bazı diplomatik işlemleri de zaten Tahran‘daki İsviçre Büyükelçiliği tarafından yürütülmektedir.

Condolezze Rice’in bu girişiminin bazı Neo –Conların canını sıktığı kesin olmakla birlikte, ABD’nin genel çıkarlarının İran ile konuşmak olduğu da diğer gerçektir. Rice bunu görmüş ve zamanında insiyatif kullanmıştır. Bunun ABD dış politikasında önemli bir “dönüşüm” olduğu tartışma götürmez. Yeni bir siyasi ortamın yaratılması artık gerek ABD gerekse İran tarafından da görülmüştür. Aslında son dönemlerde Ortadoğu’da yeni bir model oluşmaya başlamıştır. “Haydut devletler” olarak tanımlanan İran, Suriye, Libya , Kuzey Kore gibi devletler ile artık görüşmeler bu tanımlamaları yapan Batılı ülkeler tarafından başlatılmıştır. Örneğin Kuzey Kore ile ABD arasında geçen aylarda kültürel anlamda ilişkiler başlamıştır. Suriye’nin Akdeniz İçin Birlik toplantılarına Paris’te katılması ve Fransa’nın Suriye’nin katılmasına Türkiye’nin de yardımı ile öncülük etmesi önemlidir. Türkiye’nin öncülüğünde Suriye-İsrail görüşmelerinin dolaylı olarak yapılması ve şimdide İran ile ABD arasında Avrupa Birliği’nin öncülüğünde yapılması böyle bir modelin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

İsrail ile İran arasındaki gerginliğin olduğu doğrudur. Ama İsrail’in yaptığı askeri manevranın ardından İran’in Körfezde yaptığı yaptığı ve yeni silah ve raketlerin denendiği askeri manevra aslında İran’ın askeri bir çatışmaya hazır olduğunu gösteriyordu. Sadece söylem düzeyinde kalan bir tehdit idare edilebilir ama bu somut bir çatışmaya dönerse burada tüm Ortadoğu’nun darmadağın olacağı bir süreç başlayabilir. ABD bu anlamda İran ile konuşmaya hazır olduğunu beyan ederek hem taktik değiştirmiş hem de İran’ı masaya çekmiştir. Burada iki ülkeye “güven verici unsur” ise Avrupa Birliği’dir. İran AB kartını özellikle enerji ve cazip ekonomik yatırımlar neden ile iyi kullanmaktadır. AB bu bölgede bir gerginliği arzu etmemektedir. İran’a olan sempatisi de bilinmektedir. Irak konusunda ABD ile ayrı düşen AB, İran konusunda “konuşulması gerektiği konusunda” hemfikirdir.

Türkiye’nin son zamanlarda İran-ABD görüşmeleri için arabuluculuk yaptığı haberleri bir noktaya kadar doğrudur. Türkiye bir konuşma ortamının yaratılmasına katkıda bulunan bir ülkedir ama halen belirleyici ülke değildir. Şüphesiz İran ve ABD’nin Türkiye’yi bu anlamda “güvenilir bir dost” ve “güvenilir bir komşu olarak” görmeleri Türkiye’nin inanılırlığını arttırmaktadır. Suriye ile İsrail arasındaki dolaylı görüşmeleri başlatan bir ülke olarak Türkiye’nin bu anlamda tecrübesi olduğu kesindir. Fakat Türkiye’nin İran’ın nükleer programından memnun olmadığı da bilinmektedir. İran’ın nükleer güç olması Türkiye’nin arzu ettiği bir durum değildir. Bununla beraber ABD’nin İran ile konuşması ve bölgede gerginliğin azalması Türkiye’nin işine gelmektedir. Hele Türk ve Amerikan firmalarının birlikte İran’da işbirliği yapma düşüncesi bile Türk hükümetini mutlu etmektedir.

İran’ın hem özelleştirme yapması hem de ekonomik olarak serbest piyasaya geçmesi kaçınılmaz görülmektedir. Gerek İran gerekse Irak bu anlamda Türkiye için yeni pazarlar anlamına gelmektedir.

Türkiye-İran-ABD işbirliği özellikle PKK ile mücadele de İran ve Türkiye’nin işine gelecektir. İran ve Türkiye arasında son günlerde görülen ortak askeri operasyonlar ve mücadele sonuçta ABD’nin bu iki ülke ile işbirliğini beraberinde getirecektir. İran ve ABD’nin Türkiye üzerinden konuşmaları bu anlamda olumlu olarak değerlendirilebilinir. Kaldı ki yukarıda değindiğimiz yeni model çerçevesinde Türkiye Alman Stratejik ve Küresel Güvenlik Enstitüsü Başkanı Prof. Volker Perthes’e göre de “bir öncü ülke” konumundadır.

Türkiye’nin İran’ın yanında ABD ve İsrail ile savaşa gireceği yönündeki görüşler ise zayıf bir argümana dayanmaktadır. İsrail ile İran arasında bir nükleer savaş bugünkü uluslar arası yapı içinde söz konusu değildir. Bunu İran da İsrail de bilmektedir. Fakat İran’ın son otuz yılda Orta Doğu da güç kazandığı ve İsrail’in güvenlik çıkarlarını tehdit ettiği de doğrudur. Başta Lübnan daki Hizbullah ve Filistin’deki Hamas İran tarafından desteklenmektedir. Buna bir de İran’ın geliştirdiği 2000 km den fazla menzilli ŞAHAP füzelerini de eklersek İsrail’in güvenlik endişelerinin yersiz olmadığı görülür. Lübnan‘dan İsrail’e fırlatılan binlerce katyuşa füzesinin yarattığı askeri ve psikolojik tahribatı İsrail aradan iki yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen halen üzerinden atamamıştır. Evet İsrail artık “vurulabilir” bir konumdadır ve İsrail’in bunu kabul etmesi zordur.

2007 yılı Ekim ayında Prag ‘da yapılan Forum 2000 toplantısında İsrail’in istihbarat örgütü Mossad’ın eski başkanı Uzi Arad ile yaptığım konuşmada, İsrail’in artık “vurulabilir” olmasının yarattığı duyguyu sormuş ve İran’ın olası saldırısı karşısında ne yapacaklarını sormuştum. Bana “bizim kimseden korkumuz yok, bize saldıracak her kimse başına neler geleceğini biliyor” diyerek İsrail’in kararlılığını vurgulamıştı. Ama aynı zamanda İsrail’in bir nükleer güç olduğunu da ima etti. Şüphesiz İran’da bunun farkındadır.

Bunun dışında 2006 yılı Eylülü’nde (21-23) Berlin’de Bertelsmann Vakfının 10. Yıl toplantısında akşam yemeğinde Henry Kissinger ile İsrail ve Arap dünyası ile ilgili güvenlik sorunlarını ve bunun bölgesel yansımalarını konuşurken, Kissinger bana Arapların eninde sonunda İsrail ile birlikte yaşamak zorunda kalacaklarını çünkü Araplar arasındaki ayrılığın ortadan kaldırılmasının mümkün olamayacağını söyledi ve kulağıma eğilerek, Arapların Türkiye’ye bakışlarının da pek farklı olmadığını söyledi. Sonra gülerek ve dostça bir şekilde” Türkiye ile İsrail’in bu anlamda “doğal müttefik olduklarını” söylemişti. Bugüne kadar da aksini de zaten kimse ispat edemedi!!!!! Bundan sonrada değişmesinin zor olacağı görülüyor.

Fakat Türkiye aynı zamanda İsrail’inde bir dostudur. O nedenle Türkiye, İran mı, İsrail mi tercihi yerine her ikisini de rahatlatacak adımların atılmasından yana bir politika takip etmektedir. Dış politika da Türkiye’nin son yıllarda güvenilir bir imaj çizdiği görülmektedir. Son olarak Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın geçen hafta Büyükelçiler toplantısında yaptığı konuşma “Türkiye’nin bölgesel bir oyuncudan, küresel bir oyuncu olmaya doğru bir eğilimi içinde olduğunu göstermektedir. Burada sorulması gereken soru, Türkiye’nin böyle bir sorumluluğu ne kadar alıp alamayacağıdır. Doğal olarak artıları ve eksileri olan bir süreçtir, “yumuşak güç” olma süreci Türkiye için.

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin düşmanca olması şu aşamada söz konusu değildir. Bu anlamda başta enerji anlaşması olmak üzere, Türkiye ve İsrail bölgede aslında birbirini destekleyen ve kollayan iki ülke olmuştur bugüne kadar. Hem demokratik yapıları hem de ABD ve AB ile olan ilişkileri açısından. İsrail ve ABD’nin Orta Doğu da işlerinin kolay olmadığını söylemek mümkündür. İşte Türkiye bu anlamda hem ikili hem de Genişletilmiş Büyük Orta Doğu projesi çerçevesinde bir “yumuşak güç” olarak Arap ülkeleri ile İsrail ve ABD arasında bir “dolaylı görüşme” modeli oluşturan bir ülke olmuştur.

Son olarak Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşmanın Türkiye için önemli bir fırsat olacağı kesindir. Ermenistan’ın her geçen gün Türkiye ile diplomatik ilişkiye girmesinin ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda Ermenistan-Türkiye milli takımları arasında yapılacak olan Dünya Kupası elemeleri önemli bir şanstır. Türkiye Cumhurbaşkanını davet eden Ermenistan Cumhurbaşkanı güzel bir jest yapmıştır. Türkiye’nin bu davete icabet etmesi önemlidir ve gereklidir. Bu bölgede yeni bir siyasi havanın oluşmasına Türkiye’nin katkısı büyük olacaktır. Bunun için bir Karadeniz İşbirliği toplantısı veya başka bir toplantı öncülük edebilir. Ama artık her iki ülkenin tüm sorunlara rağmen, diplomatik ilişkiye girmeleri zamanı gelmiştir diye düşünüyoruz. İran bile ABD ile konuşmaya hazır olurken, Ermenistan ve Türkiye’nin halen konuşmamaları bölge ve dünya içinde biraz habes kaçmıyor mu? Türkiye’nin bu anlamda da Ermenistan’a yardımcı olacağı kesindir. Ermenistan ilk adımı attı. Şimdi sıra Türkiye’de hem bir yumuşak güç hem de sorumluluk üstlenen bir ülke olunacaksa bu komşu ülke Ermenistan’ı da kapsamalı. Yoksa bu sadece bir söylemden öteye gitmez. Top Türkiye’de!!!!