Türk düşmanlığı modası büyüyerek yayılıyor.
Dost görünen birçok ülkede Türkiye aleyhine kamuoyları oluşturuluyor.
Bu da yetmiyor, bizi iyi tanımayan birçok ülkenin karşımızda yer alması için büyük çaba sarfediliyor. İyi tanıyanlarınsa zihinleri bulandırılıp bıkmadan, usanmadan kafaları karıştırılıyor.
Çok büyük bir “Zeki ve etkili adamlar” grubu “Ne yaparsam biraz daha zayıflatmayı becerebilirim” diye ara vermeden çalışıyor.
İçimizdeki birçok işini bilir de ya onlara çanak tutuyor ya da onların uzattığı çanaktan su içiyor.
Uyarıcı türdeki yazıları okuyan birçok kişinin, “Komplo teorisi” diyerek bu uyarılara sırt döndüğünü biliyorum. Haklılar…
Güzel basınımızda yer alan birçok kalemin yıllardır yıkadığı beyinlerden başka bir düşünce çıkarsa asıl ona şaşmalı.
Yalnız, unutmayalım ki bu vatanın birer ferdi olarak herkese büyük görevler düşmekte. Bu görevlere sırt dönenlerinse vatandaş muamelesi görmesi için hiçbir neden yok.
Önce güneydoğumuza uzanalım.
Burada oynanmaya çalışılan oyunlar sonucu “Tek ülke, tek bayrak” yapımız bozulmak isteniyor.
Üyeleri kendi içlerindeki en küçük değişim fikrini dahi kabul etmezken, Avrupa Birliği ha bire bölünmemizi isteyen raporlar hazırlayıp duruyor.
“Başka işleri kalmamış mı?” diye müstehzi bakanlar olacak bu sözlere. İşte bu tür düşüncelerle başlıyor en büyük tehlikeler.
En az yüz yıldır bıkmadan çomakladıkları Türk, Kürt ayırımını yeniden bu kadar coşkuyla eşelemelerini neye bağlarsınız ki?
Bu bölgeler üzerinde Amerika’nın petrole uzanan iştahını bir yana bırakmak saflık olmaz mı?
Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, birçok etkin ülkenin bölge üzerinde oynadığı oyunlar unutuldu mu yoksa? Şimdi onlar AB olup ad değiştirdi. Bir de düşünceleri değişebilse!..
Güneydoğudaki vatandaşlarımıza da herkesten fazla iş düşmekte. Sağduyulu ve dikkatli olmak zorundalar. Zaten kışkırtmalardan bu derece etkilenmelerini anlamanın da imkânı yok. Bu ülkede etnik ayırımcılık var demek en büyük haksızlık olmaz mı? Ezilirken hepimiz birlikte eziliyoruz. Ülkenin her yerinde işşizlik yok mu? Bu işşizlik güneydoğuya özgü değil ki. Bu ülkede yalnız güneydoğuda yaşayanlar değil, nüfusun yarısından çoğu perişan. Asgari ücret; bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırına bile erişemiyor. Gelen geçen her hükümet asla ve asla halktan yana tavır koymuyor. Cumhuriyeti, yani halk idaresini, yani görevlerini ön plana alsalardı cumhur, yani halk böyle perişan olur muydu?
Siz sanıyor musunuz ki büyük şehirlerde yaşayanlar gününü gün ediyor. Sabahları işe ulaşma akşamlarıysa eve dönebilme çabaları saatlerini, yaşadıkları stresse ömürlerinden yılları çalıyor.
Zaten o işi bulmak da imkânsız gibi. Bulduğunuzda da maaştan çok bahşişe benzeyen bir şeylerle yaşamak zorunda bırakıyorlar sizi. Lüks değil; yaşamaya hakkınız olan, çocuklarınızı iyi yetiştirebileceğinizi umduğunuz bir semtte, dürüstçe bir kazançla ev kiralayabilmek olanak dışı artık. Bunun için yemeden, içmeden, kuruşunu harcamadan, en az üç aylık maaşınızı gözden çıkarmanız gerek. Bir aylık kiraya karşı üç aylık maaş. Elektrik, su, giyecek, işe gitmek için gerekli yol parası, eğitim ve diğer giderler yok bunun içinde. Yeme, içme diye bir şeyler gelmemeli aklınıza.
Türkiye’nin her yerinde, özellikle büyük şehirlerde gasp ve hırsızlık gibi polisiye olayların neden arttığı belli değil mi? Herkes anlıyor ama siyasilerden hâlâ yeterli ekonomik düzeltme yok. Her şeye, herkese bulunan kaynak; işçi, memur, emekli, köylü, çiftçi konu olduğunda ortadan kayboluyor. İşşizliği düzeltmek için hâlâ olumlu bir adım yok. Anlatmak istediğim, Türkiye’nin bir ucunda hangi sıkıntı yaşanıyorsa diğer ucunda da aynı şeyler yaşanıyor. Bu, başka şekilde algılanmamalı. Bunlar, bölünmemiz için bahane olmamalı. Tam tersi kenetlenip, bu durumu düzeltecek yasal zaferlere el birliğiyle ulaşmamız gerek.
Bu ülkede güneydoğudan; cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, bakan, milletvekili, öğretmen, subay, Genel Kurmay Başkanı, polis, Emniyet Genel Müdürü, mafya babası, bankacı, doktor, tüccar, işveren, işçi, memur, emekli, şehit, gazi, savaş kahramanı çıkmıyor mu? Bunlar için bir ayrıcalık yapıldığını söyleyen çıkarsa yaşadıklarınıza bakın. O zaman bunların yalan olduğu hemen gözünüzün önüne gelecek ve duracaksınız.
Siyasilerin de bu büyük tehlikeyi dikkate almaları ve hemen ekonomik düzeltmeleri sağlamaları şart. Gerçek tarihe göz atarlarsa savaş, bölünme ve anarşinin ekonomiden başka sebebi olmadığını hatırlayacaklardır.
Bu ülkenin her karışı güneydoğulunun, doğulunun, batılının, kuzeylinin, Trakyalı’nın ve İç Anadolu’da yaşayan yurttaşlarımızın.
Ne bir avuç zümrenin, ne bir avuç kışkırtıcının, ne AB’nin, ne de siyaset bezirgânlarının.
Bu ülke hepimizin.
Kıbrıs meselesine gelince…
O güzelim adamızın bir kısmını Yunan malı yaptılar bile. Kalanı içinse gaflet uykusunu sürdürmemizi bekliyorlar.
Bir önceki yazımda da söz ettiğim gibi Kıbrıs’ın ne zaman Yunanlılar’ın olduğunu, üzerinde hangi çağda Yunan egemenliği olduğunu birileri bana anlatmalı. Benim tarih bilgim “Hadi canım sen de, ne Yunan’ı” demekten başka bir şeyler söylemiyor.
Belki bir öğreten çıkar tersini.
Bir süre önce su kaynaklarımızla ilgili bir haber okumuştum. Su kaynaklarımızı biz idare edemeyeceğimiz için AB uluslararası bir kurul düzenlenmesini şart koşacak bir rapor hazırlamış.
Dikkat!
Aman dikkat!
Gelecek zamanların en büyük savaşlarının su üzerine olacağına dair yazılan senaryoları hafife almayın. Bu senaryoları yazanların, sulara el koymak isteyenlerin arasından çıktığını sakın göz ardı etmeyin.
Ermeniler’i de unutmayalım.
Temcit pilavı gibi önümüze çıkan bu meseleye at gözlükleriyle bakmayı sürdürenler gün geçtikçe çoğalıyor. Önümüzdeki yıllarda soykırımı onların değil de Osmanlı’nın yaptığını bize kabul ettirip önce özür dilettirmeye, sonra da tazminat ve toprak verdirmeye çalışacaklarmış.
Bu haberler de basına yansıdı. Gözünüzden kaçmamıştır umarım.
Türkiye’yi çeşitli etnik gruplara bölmeye çalıştıklarını da sürekli hafızalarda tutalım. Son oyunlarından birini Doğu Karadeniz’de sahnelemeye başladılar bile.
Zehir tohumları atıldımı mutlaka yeşeren kötülük başakları olacaktır.
Tarih boyunca da böyle olmadı mı?
Dinler çatışmasını Türkiye değil, AB körüklüyor. Haçlı seferi çığlıklarını raporlar yoluyla atıyorlar artık. Nasılsa okumuyoruz ya! Okuyanımız olursa anlayamıyor ya! Anlayanımız çıkarsa halktan gizliyor ya! Aleyhimize sonuçlar çıkınca zafer diye bize sunan siyasetçilerimiz var ya!
Şu gümrük birliği anlaşmasını zafer diye sundukları günü hiç unutamıyorum. Havai fişeklerle karşılattılar millete. Gazete ve televizyonlarda bayram havası estirip insanları aldattılar oy uğruna. Aslında tüm melanetin başlangıcı da bu oldu. Siyasiler ve basın elele
verince AB, bizlere bugünleri yaşatmayı kolaylıkla becerdi.
Sahi, şu serbest dolaşım konusu ne oldu?
Bu gidişle kendi vatanımızda dahi serbestçe dolaşımımızı engelleyecekler.
Her şeye düzenleme getiriyorlar ya! Bizim siyasiler “Başüstüne!” diyorlar ya!
Merak ediyorum, ölünce nereye gömülmemiz gerektiğine ne zaman standart üretecekler.
AB iyi şeylere imza atmadı? Attı tabii…
Bazı insanlık dışı uygulamaları düzeltmeye mecbur oldu iktidarlar.
Hem de “Biz bunu AB istediği için değil, vatandaşımız için yapıyoruz”
diye bizleri gülmekten öldürerek.
Türk düşmanlığı modası giderek yayılıyor.
Uykudan kafamız düştükçe üstümüze toprak atılarak hem de.
Üstelik alay edilerek, Avrupa Kapıları’nda bekletilip oyalanarak.
Bir taraftan bölmeye çalışıp diğer taraftan olmadık suçları üstümüze yıkarak.
Vatanımıza sahip çıkmazsak, halkımızı sefaletten kurtarıp insanca yaşatacak uygulamaları başlatmazsak meydanda sırtlanların cirit atması kaçınılmaz olur elbette.
Uyanalım, millete doğruları anında söyleyelim.
Tedbirleri savsaklamayı sürdürür, gerçekleri halka açıkça anlatmazsak ileride çok kişinin tarih mahkemesinde ağır ithamlarla yargılanması kaçınılmaz olur.
Bugünün çıkarları bazılarınca tarihin vereceği onurun önünde tutulabilir.
Buna rağmen; onlar dahil herkesi uyarmak, her vatandaşa düşen en önemli görevdir.
Bu görev asildir, bu görev kutsaldır.
Bir ulusun onurunu savunmaktır bu görev…