İnsan Olma -5 Çağdaşlık

Sene 1980 haziran ayının ilk haftası ben İstanbul Şirinevler de yaşayan arkadaşımda misafirim.
Yaşadıkları ev kendilerinin üç kat olarak, bahçe içinde inşa edilmiş. Alt katta kendileri, orta katta yaklaşık dört yıldır evli olan ablası Hülya ve eşi Ahmet bey yaşamakta. Hani derler ya 5 çayı onun gibi bir şey, bahçede oturmuş birkaç kurabiye, taze simit ve çay içtik, içmedik derken eniştesi geldi. Selam faslı bittikten sonra ona da çay ikram edildi.
Hülya abla elinde bir zarfı uzatarak, “seni davet etmişler” diyor. Ahmet Bey, “ne demek, seni davet etmişler, davetiye bize gönderilmiş, biz de gideriz .” Hülya abla.
“Ben gitmem” dedi, “ben davetli değilim.”
“Ne demek sen davetli değilsin, işte yazıyor ve eşi”
“Evet yazıyor, senin eşini davet ediyorlar”
“Anlayamadım, sen benim eşim değil misin?”
“Evet, eşinim, ama gerçekten de anlamıyorsun, şimdi bu davetiyenin üstünde benim adım olsaydı, yazının devamı da ve eşi deseydi sen ne duyardın? Sayın Hülya Dereli ve eşi. Evet, böle bir davetiye gelseydi, ne yapardın?” (kapris yapıyor diye düşüneceksiniz…..)
“Yani sen şimdi mesele mi çıkarmak istiyorsun? Bir kere, senin soyadın değişti Dereli değil, sonra da neden öyle yazsınlar? Davetiyeler hep böyle yazılır. Sahi nerden çıktı bu?
“Bu bir yerden çıkmadı. Birden gözüme çarptı. Gerçekten de yıllardır dikkat etmemişim. Şimdi dikkat ettim. Neden hep erkek çağrılır da yanında “ve eşi”, şimdi düşünüyorum da teferruat gibi, geri kalan, ıvır zıvır gibi geliyor bana. Sen şimdi sinirlenmeyi bırak da düşün, öyle değimli?
“Evet, hiç düşünmedim doğrusu, ama sen söyleyince, bir tuhaflık var gibi geliyor bana da.
“Bak canım, sen modern bir insansın, insana bakmayı bilirsin, ben de sana onun için söylüyorum zaten, pek çok evde böyle bir konuşma kadının hakarete uğramasıyla sonuçlanır, biz elbette farklıyız. Ama sen söyle, böyle değil mi, bu davetiyenin yazılış biçimi öyle bir düşünceden kaynaklamıyor mu? Belki düşünce bile değil, alışılmış yerleşmiş bir kural. Düşünce olmaması gücünü artırıyor, değişmesini zorlaştırır, öyle değil mi?
“Evet öyle. Şimdi düşünüyorum da, tamamen haklısın. Bu tam bir cins ayrımcılığı, haklısın. Ama ne yapalım? İnsanlar davetiye yazarken bunları düşünmezler ki. Sadece, öyle yazıldığını bilirler ve öyle yazarlar. Şimdi ne diyeyim, siz davetiyeyi böyle yazdığınız için de biz gelmiyoruz mu diyeyim?
“Yok, gideriz. Ama senin beni anladığını görmek gerçekten beni mutlu etti. Anlayışına teşekkür ederim.
“ Ben de senin dikkatini beğendim. Keşke herkes bunu görebilse….

İçeriği hemen, hemen aynen veya az benzeri sözcüklerdi, konuşmanın tamamı. Uygar iki insan arasında geçen eşler saygı çerçevesi içersinde özveriyle bir birlerinin neyi, nasıl fark ettiğini ve alışıla gelmiş basit bir şey üzerinde uzun, uzun konuşmaları ve hiçte öyle kalp kırıcı sözler dökülmeden. Bu tür konuşmaya hasret kalmak ne kötü.

Şu davet meselesi canımı çok sıktığından bunu yazmayı konuyu işlemeyi istedim. Malum ya yaz boyu bir sürü davet aldım. Bazılarının üzerinde işyerim yazılı olması beni değil orasını davet edildiği için gitmedim. Soyadımı bilemeyebilir ama Ömür Hanım diyebilirdi. Hiç isim olmayan davette aldım sanki onun düğün yaptığını bilmem gerekliydi, beni davet değil düğünleri varmış bunu bilmemi istediklerinin hissi bıraktı, gitmedim. Beni davet edecek kadar samimi, ama üstüne özen göstermeyecek kadar yabancı, yazmaya tenezzül etmemiş.
Bazen de şöyle anlar olur biri birine davetiye verirken tesadüf o an orada başka biri bulunur ve o kişi de davet vereni şöyle böyle tanır. o an usulen mecburiyetten yarım ağızla onu davet eder, işte bu davete kesinlikle gidilmez çünkü içeri girdiğinde iki şahıs geleni az çok tanıdıklarını belli etmişlerdir. Asıl davet edilen içerde A kişisini dersek, B usulen davet edilendir. O zaten bunu bilir ve gitmez, eğer giderse ki böyle oluyor ben davet edildim. Şimdi bizi davet edenle samimiyetimizi tartalım, o düğünde bulunacak kadar mı tanışıyoruz. Yoksa adam sende çağırdı, gitmek lazım günü kırarız mı?

Birde kendi davet ettiklerimden söz edeyim isme davet ettiğim kişi, bu daveti bir başkasına vermiş. Halbuki maksat davet ettiğim kişiyi burada görmek, tersi insanı kızdırıyor tabiî ki içeri almadım. O zaman görgüsüz ve ukala oluyorum. Kabul ben terbiyesizlik yapıp geri çevirdim, acaba ben almamakla terbiyesizlik yaparken kendisi daveti bir başkası kullanması için verdiğinde ne yapmış oluyor ki. Ayrıca bu davet sezon içinde geçerliyse, (90 gün) üstelik giriş ücretli olup kişi başı 20 liraysa? (Tanımadığım iki kişiyi huyunu suyunu bilmem, gönderdi diye alayım mı?….)
Yüzme bilmiyor olabilir, havuzlarda yüzmez kabul, o halde çöpe at ya. Sırf birilerine yaranmak için sen al bunu kullan gibi, sinema bileti mi veriyorsun, almıştım ama vaz geçtim yanmasın siz gidin. (hep başkaları yanlıştır, kendi yanlışımızı görmeyiz) küsülür ve olay kulağa gelecek şekilde anlatılır. Hiçte umurumda olmaz çünkü yaptığı davranışla ben zaten o kişiyi silmişimdir. Beni ve o an oradaki insanı hiçe sayan zaten ne arkadaşım ne de müşterim olamaz.

Çağdaşlaşma bireyin değer kazanmasıdır. Çağdaş toplumda insanın değeri, başkası için taşıdığı değer değil, insan olarak taşıdığı değerdir. Gelenekselden çağdaşa giden yol, öyle uzun ve çileli ki. Toplum için de, birey için de böyle.
Çağdaş toplumda gelenekseli yaşamak gibi bir şey, O da yalnız, mutsuzluk, anlaşılmazlık demek.
Sözün kısası çağdaşlaşmanın temelinde ekonomi var. Kapalı aile ekonomisinden dışa açılan, büyüyen ekonomiye geçiş. Büyük yerleşme merkezlerinin kuruluşu. Kentleşme. Kentlerde yaşamaya başlama.
Aile içi dayanışmanın gevşemesi, bunun yerine komşuların, iş arkadaşlarının, yeni duyguların, yeni düşüncelerin, arkadaşlıkların alması. Genişleyen çevrenin yeni değer yargılarını da birlikte getirmesi.
Dışa açılma ile birlikte yabancılara karşı kuşku yerine merak duyulması, onlarla ilişki kurulmaya başlanması.
Karşılıksız özgüvenin kutsanması yerine, karşılıklı ilişkilerin dengesinin kurulması. Bu dengedeki oynamaların “olabilir” karşılanması.
Sevginin gizlenecek, utanılacak bir şey olmadığının, tersine, duyulmasının, gösterilmesinin, geliştirilmesinin doğru olduğunun farkına varılması.
Saygının yeniden biçimlenmesi, eski “büyüğe, yaşlıya, egemen olana zorunlu gösterilen saygı” yerine, hangi yaşta olursa olsun “insanın emeğine, çabasına, iyi niyetine, insan oluşuna gösterilen saygı” biçimini alması.
Kan bağının yerini duygu ve düşünce bağlarının almaya başlaması.
Her türlü baskıyı direnmesiz kabul etmek yerine, hiçbir baskıyı kabul etmemenin, her şeyi kendince irdelememenin, kabul edip etmeme özgürlüğünün yaşanması.
Yaşama çevresini kendi ve ailesi ölçeğinden çıkarıp, içinde yaşadığı toplum, içinde yaşadığı dünya, bütün insanlar ve insanlık ölçeğinde genişletilmesi.
Yalnız kendisinden ve ailesinden sorumlu olmak yerine, bütün dünyadan, tüm insanlardan
Sorumluluk duymanın bilincine varması.
Çağdaşlık; insan olmanın değerini, kendisinde, toplumunda, dünyada fark etme, bu değerlere saygı duyma, bu değerlere sahip çıkma bilincidir. Önyargılardan kurtulmak, tabuların dışına çıkabilmek, “insan olma” değerinin en büyük değer olduğunu fark etmek demektir.
Çağdaş bir toplumda kadınların “ kadın” olmaktan kaynaklanan sorunları olmayacak, insanların “insan olmaktan kaynaklanan ortak sorunları” çözümlenmeye çalışılacaktır.