Kadın – Erkek
Hep söylenir Türkiye’de kadınlar milletvekili oldu, yargıç oldu, hakim oldu, doktor oldu, mühendis oldu, öğretmen ve hemşire oldu haklarına birçok ülkeden önce kavuştu gibi. Kuşkusuz bu sözde önemli bir gerçek payı var, ancak unutmamak gerekir ki, bu hakların sağlanmasında ülkenin başında Atatürk gibi çağdaş, ileriyi gören, kadının yerini anlayan genç nesilleri anneler yetiştiriyor diye düşünen Atatürk’ün rolü büyüktür.
Toplumun çağdaşlaşmasında kadınlara verilen hakların kullanılması ama yüzyıllardır sürüp giden kadın – erkek ayırımının giderilmesinde yeterli yol alınmamıştır.
Bunun temel nedeni de, kadınların “kadınlık bilinci”ne erişmelerindeki gecikme, böylece kendi yazgılarının değişmesi için hiçbir şey yapamamaları.
Ülkemizin demokratikleşmesi için, çağdaşlaşması için kadınları eşit kabul etmeliyiz. Kadınları hayata katılmamış, toplum dinamiğinde katılmada engellenmiş, kadınları bastırılmış hiçbir toplum demokrasiye ulaşamaz, özgürleşemez, çağdaş olamaz.
Bir oluşum birden bire başlamaz, bu oluşumun gerisinde büyük bir emek vardır, çekilen acılar vardır, ulaşılmak istenen mutluluk vardır, önünde yürünmesi gereken uzun bir yol vardır.
Ama yürümek isteyen her kez önce ilk adımı atar. Yol birbirine eklenen küçük adımlarla yürünür…
Her zaman söylerim, ben kendisi için yazan biri değilim. Yazdıklarımı insanlar için yazıyorum. Onun içinde okunması, anlaşılması, sevilmesi beni mutlu ediyor.
Öncelikle bu yazımda kışkırtılmış Erkeklik ve Bastırılmış kadınlığı ele almak istiyorum. Örnek bir filimde izlemiştim
Adam : “ Ben erkeğim anladın mı?” diyordu “erkek”
Kadın anlıyordu. Susuyor ve anlıyordu. O erkekti. Onun erkek olduğunu hep anlamak zorundaydı. Hayatı boyunca erkeklerin erkek olduğunu anlamayı öğrenmişti. Babası, ağabeyleri, erkek çocuklar….
Sonra birden aklıma geldi. Neden kendisi “ben kadınım” diyemiyordu?
Aklımdan öyle bir sahneyi geçirdim.
“Ben kandım anladın mı?” kadın.
Hayır. Olmuyordu. Bu sahne bir türlü gerçekleşmiyordu aklımda. Böyle bir şeyi söyleseydi
ne olurdu. Garanti, alacağı cevap,
“ Kadınsan kadınsın, yani, ne olmuş?”
Öyle ya, kadınsa kadındı, ne olmuştu?
Konu neydi unutmuştum. Aklımda kalan, adamın “ben erkeğim anladın mı?” sözleriydi, öfkem geçtikten sonra da düşündüm bunları.
Neden erkekler ikide bir “erkek”liklerini söylemek zorunda kalıyordu?
Neden kadınlar ikide bir “kadın” olduklarını düşünmek zorunda kalıyordu?
Aman canım, dünyanın düzenini ben mi değiştirecektim?
Aradan uzun bir süre geçmişti, daha sakin bir zamanda aklıma takılan bu konuyu yeniden düşündüm.
Neydi bu erkeklik – kadınlık davası? Ben erkeğim böbürlenmesi? Erkek nasıl biri? Erkeğin yapısı başka mı? Erkeğin kişiliği değişik mi? Erkeklere nasıl davranmalı? Ben doğru mu davranıyorum?
Erkekleri kırmamak incitmemek gerektiğini biliyorum. Hem de yaşadığım çevremdekiler zaten hak etmiyorlardı, kendi yaşadıklarım en azından böyleydi.
Erkeği insan olarak istediğiniz kadar eleştirebilirsiniz. Kızdığı zaman bile dinler. Hak verdiğim bile olurdu. Ama erkekliğine söz söylediğim zaman, işte o zaman kıyamet kopardı.
Birkaç örnek: Sen çok kötü bir insansın, ama güçlü bir erkek dedin mi yelkenler suya iner. Kahkahalarla güler, hoşuna gider, gururla kurum yapar.
Ama şöyle bir örnekte neler olurdu?
“sen çok iyi bir insansın, ama erkekliğin zayıf”
En güçlü insan en çok korkan (mı?)dır. Güçlü insanın aklının derinlerindeki çekirdek korku güçsüzlüktür. Ya gücünü kaybederse? O zaman ne olacaktır? Rezillik, utanç, küçülme. Aşırı erkeklikle yüklenen her Anadolu erkek çocuğunun, erkekliğini kaybetme korkusuyla da ürkütülebilinir. Erkekler bu yolla ne kolay öldürülür, ne çok öldürülür… hayatları boyunca ölüp, ölüp dirilirler. İnsan olmanın yolunu buluncaya kadar…
İnsan olmanın “erkek olmak” değilse de insan olmak olduğunu anlayıncaya kadar, savrulur durur. İnsan olmak neden bunca zor?
Düşünmek gerekiyor.
Gündelik hayatımızda yer alan küçük davranışlar vardı ki, biraz dikkat ettiğimiz zaman önemli ipuçları olurlar.
“ Bilim adamlarının söylediğine göre……..” diye başlayan cümleleri hiçte yadırgamayız. “Bilim adamı,”bilimle uğraşan insan anlamında kullandığımız bir deyimdir. Gündelik dilimizde bu deyimi o kadar rahat kullanırız ki bilim dünyasında yeri olan birçok kadına yapılan haksızlığı aklımıza bile getirmeyiz. Hatta bilimle uğraşan kadınlar bile yeri geldiğinde “bilim adamları” deyimini anlamından hiç rahatsız olmadan kullanır.
Bu masum görünüşlü davranışın altında bilim dünyasının, politika ve sanat dünyasının “erkeklerin dünyası” olarak kabul edildiği gerçeği bulunmaktadır. ( akademik hoşgörü )
Kadınların bu alanda yer almak için yetenekleri mi eksikti? Onlar bu işleri başaramazlar mıydı? Tarihin uzun zaman dilimlerinde böyle olduğuna inanılmıştır. Günümüzde de böyle düşünen kişilerin sayısının da çok az olduğu sanılmasın.” Kadının yeri evi, işi de eşiyle çocuklarıdır” öğretisi, günümüzde de sanıldığından daha güçlüdür. Kadınların başarıyla yer almaları hep biraz “tuhaflıkla”, biraz “küçümsemeyle”, biraz “tepkiyle” karşılanmıştır.
Bu görünmez ideolojinin kırıldığı falan da sanılmasın. Büyük şehirlerde zaman, zaman gün ışığına çıkarılan bilimci, politikacı, sanatçı kadınlarımızın kadın nüfus içersinde sayıları nedir ki? Nice yetenekli genç kızımız, kadınımız, bugün de, kendilerine uygun görülen yaşama biçimlerinin içinde tıkanıp kalmıyor mu?
Sırası geldiğinde, kendilerine bu yolların açık olduğunu söylemek neyi açıklar ki? Ellerine, ayaklarına, duygularına, düşüncelerine görünmez zincirlerin vurulduğu insanın önünde açık bir yol bulması neye yarar?
Devlet, yasalar, din ve bilim erkeklerin eseridir. Her şeyden önce, bu erkeksi toplumsal örgütlenme kavramına bir genişlik önemli bir derinlik kazandırır. Yurtseverlik, genel toplumsal düşünceler, yargıda keskinlik, kurumsal bilgide nesnelik ve yaşamın derinliği ve enerjisi için gerekli olan şeylerin tamamı genelde bütün insanlığa aittir, ancak bunların gerçek tarihsel dağılımında hepsi de erkeklere aittir.
Kültürümüze baktığımız zaman bu toplumsal davranışın ne çok örneğini görürüz. En çarpıcı örneklerden birisi, bir kadının azim, karanlık, dayanıklılık isteyen bir işte gösterdiği başarının “erkek gibi” sözleriyle nitelenmesidir.
Erkeklerin dünyasıyla kadınların dünyası arasındaki farkı açıklayan önemli davranış da “kimin, kimin yerinde olmak isteği” değil mi?
Bir kadının “keşke erkek olsaydım” dediğini görürüz de, bir erkeğin “keşke kadın olsaydım” dediğine hiç rastlayamayız. Bu davranışın temel nedeni de erkeğin yüceltilmesi ve kadınların aşağılanmasıdır. Örneğin yetişkin bir kız çocuğunun cesaretini sergileyen giyim tarzı yaşıtları içindir, ama bunu başka gözle bakan yetişkinler için bu kişi yanlış algılanır.
Bir eğlencede kendi kızının oynamasına el çırpan ve teşvik eden baba, etraftaki erkeklerin kendi kızını nasıl gözle seyrettiğini hissetti an kavga çıkar.
O halde kendi kızımız ve kadınımız için yapılmasını hoş karşılamadığımız davranışı, aynı saygı ile bir başkalarına yapmaktan işe başlamalı ki şu KADIN – ERKEK ilişkileri doğallık kazansın.
Toplumsal öğreti, sadece iki durumda kadının bu aşağılamadan kurtulabileceğini gösterir. Bir erkeğin eşi olmak ( eşi olunan erkeğin toplumsal değerine bağlı olarak) ve anne olmak.
Dikkat ettiğimiz zaman bu iki “durum”un da kadının kendini geliştirmesiyle ilgili olmadığını, birey olarak değeriyle ilişkisi bulunmadığını görürüz.
Kadının kendini geliştirmesi meslek sahibi olması, toplumda yetki sahibi olması gibi önemli aşamalar bile kadını “ eş ve anne” olması kadar toplumsal prestij sağlamamaktadır.
Kendini birey olarak yetiştirmiş, ekonomik özgürlüğünü de kazanmış bir kadını, artık yürümediği uzun süreler içinde belli olmuş evliliğini bitirmek konusunda duraklatan etken nedir?
Kuşkusuz, bütün olup bitenlerde “ tek etken” söz konusu olamaz. Ama bu çok – etkenli oluşumlarda toplumsal önyargıların, toplumsal saygınlık ölçütlerinin, kişiye toplum tarafından verilen değerin geleneksel biçimlerinin etkilerini görmezden gelmemeliyiz.
Bütün bu olan bitenleri görmezden gelmek, kadınların durumunu güçleştirmekten başka bir şeye yaramıyor ki…
………
Günümüz erkeklerinin diğer özelliklerinden biri de “HAYIR “ kelimesidir, bu kelimeye aşırı tepki gösterirler, erkeklerin hayır kelimesi ile dünyaları yıkılır.
Hazır söz günümüz ilişkilerinden açılmışken birkaç Anadolu erkeğinden örneklerle anlatmak belki daha olumlu olur. Onların; erkeklik anlayışı, bakacağını düşünmeden bol çocuk sahibi olma arzusu, erkek ya, her kez görmeli nasıl erkek olduğunu.
Bazıları arkadaşlarına hava olsun diye bayan arkadaş edinir. Arkadaşlarına koleksiyonunu göstermeli ki kimin daha çok hızlı yaşadığını kanıtlasın. Kadını veya kadınları düşünen kim? Kendi ailelerini korurlar namusum diye, başkaları onlar için çok basit ucuz oyuncak her an bir köşeye atılacak, ihtiyacı olduğunda o arayacak, zamanlı zamansız ortaya çıkıp kaybolacak…
Kendince tabi her şey normaldir onun içinde özür dilemesi gerekmez. İşi, evi bahane ederler ve sadece kendisinin anlamalarını beklerler. Ama neden niçin anlamak gerektiğini söylemezler. Birde beni anlamıyor diye şikayet ederler.
Bizim insanımız özür dilemesini henüz bilmiyor bu sebepten de medeniyet bize en az 30 yıl daha uzaklıkta. Adını ettiğim toplum ancak torunlarını yetiştirirken kendisi de değişimi anlayacaktır. ( çok duyarız zamane çocukları çok zeki; değişimin, araya katılan yeni aile bireyinin, kökten aldığı aile terbiyesi ve hoşgörü ile sürdürülen evliliklerde, birden çocuğun kendimize göre zeki olduğunu keşfederiz de, neler kaçır mı?şık onu düşünmeyiz.Dünyaya çok erken geldik diye sitem ederiz. O halde her kez yaşını ve o anı yaşasın ki, sonradan keşke demesin)
Tabi ki son yıllarda hamilelikten başlayarak dünyaya getirdiği çocuğun mesuliyetinin bilincinde değerli ana babalarımız var. Ülke geneline yaydığımızda azınlıkta kalmaktadırlar.
Burada bile hala çocuğun ihtiyarlığın garantisiymiş gibi görenler bulunmakta ve sayıları da hiç yabana atılacak kadar az değil.