Kendisini iyi tanıdığım; fakat özeli konuşamayacak kadar da, samimi olmadığım bayan arkadaş, yazılarımı okuduğunu ve çok hoşuna gittiğini, tam hayatın içinden yazıyorsun seni kutlarım derken tüm samimiyetiyle birden şu soruyu yöneltti “bana aşkı anlat” …
Önceleri şaka gibi gelse de baktım ki bayağı ciddi, O an onu seyrettim çok samimi meraklı gözlerle sorusuna yanıt bekliyordu. O kişiye ne deyebilirdim, kolay mıydı aşkı anlatmak, sığar mıydı kısacık zamana sığdırmak. Düşüneceğimi söyledim zamanım olunca muhakkak bu konuyu ele alırım. Geçenlerde karşılaştım hala yazmadın deyince bayağı sıkıldım, şimdi kendimce onu bir nebze olsun mutlu etmeye deneyeceğim inanıyorum ki duymak istediği başka şeylerdir… ben sözümü yememiş olayım.
Yüzyıllar boyunca nice şiirler, öykü, roman, resim, heykel, opera, tiyatro, sinemalar hep aşkı anlatmaya çalışmıyor muydu?
Gene de aşık olan kişi “benimki başkaydı” demiyor muydu?
Aşk yazılmaz yaşanır deyen şair haksız mıydı?
Bir arkadaşım bir zamanlar “yazık artık insanlar aşık olmayı bilmiyor. Geçici hevesleri, insanı sarıp geçen istekleri aşk sanıyorlar. Ne yazık ki” demişti. (oda kişileri başka türlü gözlemlemiş ki bu kanıya varmış)
Peki, aşk neydi? Heves, istek, arzu, tutku, sevmek, sevilmek değil miydi?
Sözlükler “aşk” ve “sevgi”yi birbirinden ayırmaz. İngilizce “love”, Almanca “libe”, İtalyanca “amor”… Oysa, aşk başka bir şey – sevgi başka şeydir.
Aşk, yangındır, ateşlerdir. Cennetle cehennem arasında gidip gelmelerdir. Varlıkla yokluğu aynı anda yaşamaktır. Aşkın sevinci narçiçeğidir, acısı zehir yeşili. Aşık sadece onun için yaşar. Hayat “o” ve geri kalan şey diye ayrılır. Aşk bencildir, paylaşmaz. Aşk fırtınadır, depremdir, altüst oluştur. Hem hayattır, hem de ölüm. Biten bir aşktan sonra insan yeniden doğmak zorundadır. Yeniden doğmak, yeniden yürümek, yeniden büyümek, yeniden yaşamak zorundadır.
Ya “sevgi” sevgi öyle midir?…
Sevgi yumuşatır, sevgi serinletir. Sevgi insanın içine bir gülümseme yerleştirir. Sevgi bir akarsu kıyısıdır, bir ağaç gölgesidir, filizin yeşili, güneşin sıcaklığı, ayın parlaklığı, dağın heybetliliği, ulu çınarı ayakta tutan kökü, gölün mavisidir, iniş – çıkışlar, met – cezirler hep burada kesişir. Sevgi paylaşmadır, bencil değildir. Seven, kendini değil “o”nu düşünür. Sevgi anlar, hoş görür ve bağışlar. Sevgi yaşayan her şeyi içine alır genişletir.
Aşk bir ömür sürmez, süremez de ondan. Böylesine yoğun bir fırtınayı insan yüreği taşıyamaz. İnsan beyni, insanın bedeni dayanmaz. Ömür boyu süren aşklar, sevgiye dönüşen, dostluğa dönüşen paylaşmalardır. Büyük mutluluğun oluşmasının, doğmasının başıdır aşk.
Aşk insanı bazen Tanrı yapar, bazen de gereksiz bir böcek. Ama sevgi öyle mi? İnsanı, insan yapar.
Ya karşılıksız aşk? Karşılıksız sevgiler? Aşk da, sevgi de aslında “karşılıksız”dır. Birbirine aşık iki insan, birbirini seven iki insan ayrı şeyler yaşarlar. Herkes kendince aşık olur, kendince sever yaşadığımız saf ve temiz duygular kendimizindir. Ama insan, karşısındakinin de kendi yaşadıklarını yaşadığını sanır veya böyle olmasını ister de ondan… İnsanın bunu anlaması uzun sürer, bazıları da hiç anlamaz.
Gene de karşılıksız aşk cehennemdir. Kendini yeniden, yeniden büyüten ateşlerdir. Belki de ölümsüz aşk, hiç ulaşamamanın öyküsüdür.
Sevgi mi? Sevgi karşılık beklemez, gerçek sevgi karşılık beklemez. Seversiniz, bu yeter. Sevgi başlı başına yaşayan bir varlıktır. Sevgi karşılığı alınmak için verilmez.
Aşk alıcıdır, sevgi verici.
“Aşkın gözü kördür” ne demek bu konuya değinmeden aşkın tarifi tam olarak yapılamaz.
Bir öykü bunu çok güzel anlatıyor. Mecnun’un öyküsüdür bu. Mecnun, Leyla’nın aşkına tutulur da çöllere düşünce, kentin yöneticisi “getirin şu Leyla’yı bir de ben göreyim” demiş. Leyla gelmiş, yönetici bakmış, kara kuru bir kız. Leyla’ya hoş sözler söyleyip gönderdikten sonra, yanındakilere “bu kız için mi Mecnun çöllere düştü? demiş. Bunu Mecnun’a da söylemişler. Mecnun “o”nu bir de benim gözümle görseydi demiş. Aşk budur, kimse kimseyi başkasının gözüyle göremez. Onun için de aşk yargılanamaz.
Aşkın yaşı var mıdır? diye soranlar da çıkar zaman, zaman.
Hiç olur mu? Bunu sormak, fırtınaların, depremlerin yaşını sormak gibidir. Ama ne çare insanlar duygularını dolaba kaldırır, kutulara koyar, erişilmeyecek en yüksek raflara kaldırırlar. İnsanlar duygularını yaşamak yerine yaşamamak için çalışırlar. Bunu ayıp diye, günah diye, yakışmaz diye, uygunsuz diye yaparlar. İnsanlar yaşamamayı böyle öğrenirler, sonrada sorarlar “neden hiçbir şeyden zevk duymuyorum – neden her gün diğerine benziyor – yaşamaktan ne anladım?” diyenlere doğru sen ilk önce kendini tanı, vücudunu tanı ona ihtiyacı olan heyecanı ver. Duyguları bastırılmış, köreltilmiş havadan sudan meselelerle daha neyin zevkini alacaksın…
Hayattan zevk almak için aşkta, sevgide bütün hayatımızda var olan cinselliği ortaya çıkarmak gerek, ihtiras vardır. O ordadır çoğu kez biz farkına varmadan vardır. İnsanın var oluşunun, ona bağlıymış gibi yaşanan bir cinselliktir. Sevginin cinselliği yumuşaktır, üstü şefkatle örtülmüş, bir dokunuşla canlanan, öfkeyle başlamayan, pişmanlıkla bitmeyen sevgide her şeye yayılmış cinsellikten zevk almamak mümkün mü?
O kadar çok duymuşuzdur etrafımızdakilerden “birbirimize aşık olarak evlendik, şimdi iki yabancıyız neden?” gibi sözler…
Ah, ne çok yaşanmaktadır bu, ne yangınlar yaşanmaktadır, birbirinize aşık oldunuz, birbiriniz olmadan yaşayamazdınız. Ne güzel günlerdi, değil mi? O günleri hayatı boyunca yaşamak istediniz, bunun için evlendiniz, şimdi iki yabancısınız öyle mi?
Demek ki aşkınızı sevgiye, dostluğa dönüştüremediniz. Alışkanlık heyecanı öldürür. Birbirinize duyduğunuz o iç bayıltan heyecan, aslında yaşamanın heyecanıydı, bu heyecanı sürdürmek hayatın gizidir.
Dünyayı kendinden, sevdiği kişiden daha geniş, daha renkli, daha güzel görmektir. Aşkı tüketmeden sevgiyi üretmesini bilmek gerekir. Sevgi üretilir, beslenir, geliştirilir, büyütülür, zenginleştirilir. Şimdi sevgiden bir çiçek gibi mi söz etmiş oluyorum? Doğrudur, aynen öyle sevgi bir çiçektir, özen gösterilmese öldürülür de. İki insan arasındaki sevgi, ortak büyütülen özel bir çiçektir.
Buradan anlayacağınız şey iki insanın birlikteliği ortak özeni gösteriyor, ortak dikkat, ortak saygı ortaklık büyütülmese sevgide ölür. Bu durumda sevgi duygusu, artık çaresiz, başka şeylere yönelecektir. Kişiye özel genlerinde olan sevgi duyusu ölmez sadece eşine karşı ilgi duymaz, adam sendelik başlamıştır birliktelik ölür, yabancılaşma başlama korkusu ile daha çok hatalar yapılır. Aşkı bitiren, sevgiyi tüketen aşırı sahiplenme duygusu, (kişinin yaşam alanının daraltmak istenmesi) kıskançlık, (genelde kendine güvenmeyen eşlerin olur, olmaz şeylerden ortamı sürekli germesi) bencillik, (ben yaptım, ben kazanıyorum…. ben…ben… ben şu benli başlayan cümleleri çok kullanmak insanı bayar, ne kadar az kullanılırsa o kadar sağlıklı ilişki olur) ve günümüzün bulaşıcı hastalığı MADDİYAT buna dayalı binlerce bozulmuş, bitmiş evlilikleri sayabilirim ama ne gerek var. İnsanlar kendilerini elindeki kazanca göre yarını düşünmeden hep birilerinin önünde olmak arzusu (gösteriş) ile kendilerini ne kadar yıprattıklarının bile farkında olmadan ayakta durma mücadelesi verirken, bedelini ağır ödeyecekleri bir yola girdiklerini anladıklarında zaten her şey bitmiştir. Bir atasözünü yazmadan geçemeyeceğim.
“Ayağını yorgana göre uzat” ve hatta biraz beriye çek ki ne olur ne olmaz misali, bunu başaran çok mutlu olur yarını düşünmeden yapılan harcamalar, hangi güvenceyle yapılıyor bu kaynak ya kurursa!… Olduğun gibi görün, olmak istediğine mücadele ver ama kölesi olma.
Kalıcı olan hayatın kendisi ve gerçekleridir. Düşünelim, hayat bizden önce de vardı, bizden sonrada olacaktır. Biz ancak hayatta kısa bir dönem var oluruz. Beraberliği, birlikteliği insanı yaşatacak sevgi, yaşama sevgisi hayata sıkı sarılmaktır. Hayat bizim için vardır ve biz bu hayatın çocuklarıyız.
Üretilen, yaratılan her şey bizim içindir, bizimdir ve biz onlarla varız. Hayatı sevmek, hayatın içinde her şeyi sevmek demektir.
Biz her şeyi severiz. Kadınları, erkekleri, çocukları, doğayı, müziği, resmi, şiiri, her şeyi hayatı severiz. Hayat, hatıra defterlerine yazıldığı şekilde “tek ve dar bir patika” değildir. Onu böylesine daraltan, fakirleştiren, kurutan, hayatı kendimize tıkayan biziz.
Sevgiyi bilenlere hayat öyle geniştir ki, öyle renkli ki, öyle zengin ki. 30 yaşın üstüne gelmiş bir bayan bana “ bana aşkı anlat” diye sormuştu, size hayatı anlattım, umarım yazımı kendisi de okur.
Yazılması oldukça zor bir konu genellemelerden öteye gidemedim, üzgünüm…