Fransa’nın Kararı: Akıllıca mı ahmakça mı?

“Soykırım Yasası” için beklenen sonuç Fransız Parlamentosu’nda, 448 parlamenterin bulunmadığı bir oturumda 119 evet oyu ile alındı. Bu Fransız demokrasisi için gerçekten kara bir gündür. Bir milleti soykırımı ile suçlamak bu kadar önemliyse bu tarih ile ilgili olmalı, bu şekilde değil. Ermeni diasporası mutlu ancak hiç bir şey başarılmış değil. Fransız parlamentonun kararına ve Fransız siyasilere dünyanın her tarafından gelen eleştiriler gerçekte Türkiye’nin çok büyük harcamalarla başaramayacağı bir fırsat sağladı. Çok şükür ki dünyada ortak akıl var ve Fransa Meclisi 12 Ekim kararıyla iyi bir imaj yaratmamıştır.

Türkler ilginç insanlar… Ermeniler değil fakat Osmanlılar ve çağdaş Türkler Fransız kültürüne ve siyasi değerlerine büyük önem atfetmiştir. 19. yüzyıldan beri Türkiye Fransa’yı aydınlanmanın, laikliğin, milliyetçi devrimci fikirlerin lideri olarak görmektedir. Fransız kültürü Türkiye’de çok derinlere tesir etmiştir; sadece Sultan II. Mahmud’un annesi Fransız değildi — o anadili olarak Fransızca konuşuyordu –; siyasi nedenlerle baskı altında olan Osmanlı aydınları 19. ve 20. yüzyılda Paris’te entelektüel bir yuva bulmuştur; ayrıca Fransızca Türk aydınları arasında ortak yabancı dildir. Devletin kurucusu Atatürk bile Fransız siyasi ve kültürel değerlerinden o kadar etkilenmişti ki yeni cumhuriyetin öğrencilerinden yüzlercesini eğitim görmek üzere Fransa’ya göndermiştir. Galatasaray Lisesi ve şimdi Galatasaray Üniversitesi Fransız kültürel etkisinin en güzel örnekleridir. Türkler Fransız aydınlarına ve siyasetçilerine çok saygı göstermiştir ve bütün Fransız klasikleri (romanlar) Türk cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

19. yüzyılda bütün reform süreci de Fransa’nı katkısıyla gerçekleşmiştir; Osmanlı ordusu 1853-56 yıllarında Kırım’da Rusya’ya karşı savaşırken ile “Avrupa’nın hasta adamı”nın yardımına İngiltere ile birlikte Fransa gelmiştir. Tarih ilginçtir; Fransız Kralı I. Fransuva’ya Kanuni Sulatan Süleyman yardım etmiştir; hatta onların imparatoru Napolyon Osmanlıların siyasi ve askeri gücünü kabul etmiş ve İstanbul’da büyükelçi olmak istemişti.

Türkler 19. yüzyılda ve20. yüzyılın başlarında Fransız emperyalizminin hedefi oldular. Fransız ordusu Türkiye’nin güney kısmını işgal ettiğinde Osmanlı sultanının Ermeni tebası Fransız üniformaları giyerek işgalci Fransızlarla işbirliği yaparken Urfa, Maraş, Antep şehirleri Fransız işgaline karşı büyük bir direnç göstermiştir. Fransa, Ankara hükümetini 1921’de ilk tanıyan ve diplomatik ilişki kuran birkaç devletten birisi olmuştur.

1945’ten 1962’ye kadar dekolonizasyon sürecinde Fransız ordusunun, Peter Shall Latour’un “Pirinç Tarlasında Ölüm” kitabında tasvir edildiği şekilde bir çok katliamı ve soykırımı olmuştur. Fransız askerlerinin Hindi-çini’de yaptıkları Fransız aydınları ve siyasetçiler tarafından kabul edilmektedir ancak, dekolonizasyon sürecinde Fransa’nın bin masum sivilin ölümünden de sorumlu olduğu gerçektir.

Türk tarihindeki en büyük hata 1956’da Süveyş Kanalı Krizi’nde İngiltere ve Fransa’nın yanında yer almasıdır; bu haklı olarak Arap entelektüelleri arsında Türk karşıtı düşüncelere yol açmıştır. Yine Türkiye 1958’de Cezayir ile ilgili BM karasında Fransa ile birlikte olmuştur. Cezayir’de savaş Amerikan Bağımsızlık Savaşı’ndan bile uzun sürdü ve bir milyondan fazla Cezayirli hayatını kaybetti. Türk hükümeti Avrupa ve Batı’nın güvenliğini korumak amacıyla Fransa’nın politikasını desteklemiştir. Türkler – o zaman — yanlış tarafı tuttukları için şimdi Fransız Parlamentosu’nun kararına bir şey diyemez. Ancak milletler
bir çok hata yapar ancak 1975’te Türkiye Kıbrıs’a müdahale ettiğinde, Bay Karamanlis Fransa’da sürgünde bulunduğu için Fransız politikacılar Yunanistan’ı desteklemiştir. Fransa cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing, Alman Şansölyesi Helmuth Schmidt ile birlikte Yunanistan’ın mümkün olduğu kadar çabuk Avrupa Ekonomik Topluluğu’na alınmasını sağlamışlardır. Fransa’nın daimi temsilcisi BM’de şiddetle Türkiye’ye saldırdığında Türkiye’nin o zaman BM’deki temsilcisi Büyükelçi Osman Olcay soğukkanlılığını koruyarak sayın büyükelçi, kaç Mirage jet uçağı satışı karşılığında ruhunuzu Yunanistan hükümetine sattınız şeklinde cevap vermiştir.

Büyük bir olasılıkla Fransız felsefesi, kültür ve politikasına saygıları nedeniyle Türkler son yıllarda dahi Fransız siyasetçilere bir şey söylememek için oldukça nazik davranıyordu. Ancak 12 Ekim 2006’dan beri Fransa, Fransız kültürünü ve felsefesini takdir eden büyük bir milleti kaybetti. Bazı Fransız siyasetçilerin bu kadar dar görüşlü olmasının sorumlusu Türkler değil Fransız milletidir. Fransızlar ekonomik anlamda büyük tepki beklememelidir. Harab olan ekonomik değerler değil aksine bir çok değeri gerçekten küreselleştiren büyük Fransız milletinin hisleridir. Birkaç bin Ermeni diasporasını memnun eden siyasi bir karar değil, bu yanlış karar ile tarihin saptırılmasıdır. Türkler artık Fransızlara saygı duymuyor; bu gelişme sadece Türkiye’deki Türklere mahsus değildir, bütün Türk ve İslam dünyasında böyledir. Biz Türkler, merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal 1980’lerin sonlarında Cezayir’i ziyaret ettiğinde Cezayirlilere yanlış davranışlarımızdan ötürü özür diledik.

Fransız kararı Türk milletinin kalbinde uzun sürecek psikolojik bir hasara yol açmıştır. Henüz seçilmemiş ancak Türkiye’yi iç siyasette bir araç olarak kullanan Sarkozy gibi siyasetçiler büyük bir hata yapmaktadır. Roma’da, La Sapienza Üniversitesi’nde bizim hazır bulunduğumuz bir toplantıdaki tartışmada Sarkozy’nin danışmanlarından “Türkiye’nin Batı ile Dansı” isminde kitap yazan Alexander del Val’i hatırlıyorum. O gerçekte olmayan bir Türkiye’den bahsediyordu ve Kemal Atatürk’ten nefret ediyordu ve akademik olmayan bir şekilde bunu dile getiriyordu. Eğer genç Fransız entelektüelleri böyle ise sadece Türkiye değil, bütün Avrupa ve dünya bir Fransız problemi ile karşılaşacak demektir. Bu tartışmada sadece “sizin anlattığınız benim ülkem değil. Sizi tebrik ederim; tarihi çok iyi çarpıtıyorsunuz. Her konuda hemfikir olmaya bilirsiniz ancak anlamalısınız. Anlamak kabul etmek değildir” dedim. Nitekim onun açıklamaları orada bulunan bütün İtalyan aydınları tarafından reddedildi. Yani, bu tip entelektüel düşüş ve davranışlarla sadece Fransız kültürü kaybedecektir. Eğer diğer taraf kör ve hiçbir şekilde anlamak istemiyorsa bundan biz Türkler sorumlu değiliz. Sonra, Fransız entelektüellerinin neden böyle davrandıklarını düşündüm. Büyük Fransız siyaset bilimcisi Alfred Grosser’in ‘Wie anders ist Frankreich’’, (Fransa ne kadar Fraklıdır?) (Verlag Beck, 2005) kitabında buldum. En azından şimdi Fransız parlamentosunun bu kararı niçin aldığını anlıyorum, ancak onu kabul etmiyorum. Bana Frank Sinatra’yı hatırlatan Grosser’in söylediği gibi Fransız tarzıdır; “herkesin kendi yolu vardır.” Türkler şimdi uluslar arası sahnedeler ve Fransız siyasetçileri uzun vadede bunun bedelini ödeyecektir. 12 Ekim tarihli Hürriyet gazetesinden alınan şu ifade her şeyi açıklamaktadır; “ahmakça!!!”.