Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir haftalık süre içinde bir krizi bitirip diğerini başlatmıştır. İlk olarak Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile daha sonra Çarşamba günü ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Deniz Baykal ile Meclisteki bütçe görüşmeleri sırasında bir kriz yaşanmıştır. İlk kriz amirane bir şekilde yönetilmiştir, ikincisi ise devam etmektedir. Baykal’ın, başbakanın baş siyasi rakibi olarak bir amacı vardır, o da Erdoğan’ı iktidardan indirmektir halbuki TÜSİAD’ın başka çıkarları vardır.
Ancak, asıl soru hala Erdoğan’ın gerçekten değişip değişmediğidir. Eğer buna cevap evetse o zaman bu ne ölçüde olmuştur? Daha önceki makalede Erdoğan’ın değiştiğini ispat etmesi gerektiğini söylemiştik. Erdoğan aslında önemli ölçüde değişmiştir. En azından görünürde değişmiştir. Ancak tarihsel altyapı eksikliği, danışman seçimindeki yanlış tercihleri şu anda sorun yaratmaktadır ve gelecekte de yaratacaktır. Bir Türk başbakanı nasıl olur da 1986’da Gülbettin Hikmetyar’ın eski Afgan Başbakanı olarak Türk hükümetinin resmi daveti ile Türkiye’ye resmi ziyarette bulunduğu gibi bir değişiklik yapabilir? CHP’nin dış politika sözcüsü eski diplomat Onur Öymen bir basın konferansında bunun yanlış olduğunu beyan etti. Bir başbakan kendi inandırıcılığını zayıflatacak bir retoriği nasıl sürdürür? Neden sakinliğini bu kadar kolay yitirmekte ve muhalefet liderini cinsel çağrışımlar yaratacak tarzda suçlamaktadır? Bu kadar başarılı bir yıldan sonra ne kadar kötü bir kapanış!
Erdoğan değiştiği ve geliştiği iddiasındadır çünkü artık medenidir. Yani önceki ideolojik duruşunun medeni olmadığını kabul etmektedir. Erdoğan değişmektedir, fakat hala İslami mantığında hiçbir zaman değiştiremeyeceği bazı noktalar vardır çünkü hiçbir zaman laik bir kişi olamaz, bu onun özgürce kabul ettiği bir şeydir. Erdoğan laik bir ülkenin başbakanı olduğunun farkına varmalıdır. Helal etten alkol yasağına kadar uzanan son hareketler, onun yaşamı algılaması açısından haklı olduğu noktalardır ancak onunla aynı dünya görüşünü paylaşmayan kamuoyundan ciddi bir meydan okuma ile karşılaşmıştır. Erdoğan aslında kendine has bir başbakandır ve Türkiye’nin böyle bir başbakanı olması gerektiğini düşünmekteyiz; kendi sınırlarını bilebilen ve kendini olumlu yönde geliştiren.
Bize göre Erdoğan küresel olaylar açısından önemli bir siyasi figürdür, bu Türkiye için iyidir. Erdoğan radikal İslami sahnede bugüne kadar önemli tavizlerde bulunan tek kişidir. Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında Türkiye’nin bir çok alanda tamamıyla bir siyasi ve sosyal değişim geçirdiği göz ardı edilmemelidir. Türk siyasetini gözlemleyen biri aynı zamanda bir akademisyen olarak sadece bunun bütün siyasal görüşler ve ideolojiler için çok heyecanlı bir zaman olduğunu söyleyebilirim.
Erdoğan kesinlikle bir şey için övülmeyi hakkediyor o da: İslami retorik ve yaşam tarzı ile gözleri kör olmuş genç siyasetçi sınıfına getirdiği değişimlerdir. Mekke’yi her yıl ziyaret eden ve İstanbul ve Türkiye’nin muhafazakar yaşam tarzının iyi yönlerinden faydalanan Tayyip dönemi zenginleri ortaya çıkmaktadır. Bunlar yaşamın doğru yanını öğrenmekte ve bir şekilde radikalliklerini yitirmektedirler. Erdoğan ve onun siyasi takipçilerini ele almak gerekir, örneğin 14 yıllık siyasi kariyerinde ilk olarak İstanbul Belediye Başkanı iken daha sonra başbakan iken yanında olan 200 kişiyi ele alırsak hem kamu hem de özel alandaki değişimleri görebiliriz! Ailelerinden başlarsak neredeyse hepsi çocuklarını daha önceki yıllarda kafirlerin ülkesi olarak gördükleri Batıya eğitim için göndermektedirler. Onların değişmiş olması ve politikalarını yumuşatmış olmaları Türkiye için de iyidir.
Başbakan Erdoğan, aslında toplantılarında şarap yerine portakal suyu içmeleri dışında TÜSİAD ile pek bir farkları olmayan sözde İslami sermaye sınıfını da temsil etmektedir. Burada amaç aynıdır her ikisi de kar peşindedir, biri kapitalizm adına, diğeri ise Allah adına. Arap sermayesi de çok farklı değildir ve eğer daha fazla İslami sermaye Türkiye’ye gelirse bu Türkiye için daha iyi olacaktır. Ekonominin dini fark olmaksızın kendi kuralları vardır.
Başbakan Erdoğan aynı zamanda neden eski radikallerin dünya tarihini bilmesi gerektiğini de göstermektedir. Eğer bilmezlerse o zaman büyük hatalar yaparlar. Ülkeyi yönetmek için Kur’an’ı bilmek yeterli değildir, tarih, sosyoloji ve iktisat da bilmek gerekir. Evet, Başbakan Erdoğan hızlı bir şekilde öğrenmektedir. Temeli çok iyi yakalamaktadır ancak ayrıntıları bilmemektedir. Ancak, Erdoğan aslında değişen ve gelişen biridir. Bu, Türk siyaseti için olumlu bir işaret olarak algılanmalıdır. En azından hatalı olduğunu anladığında geri adım atabilmektedir.
Muhalefet lideri Baykal Meclis’teki tartışmalardan sonraki gün çok güçlü bir tepki vermiştir. Ancak, Baykal Erdoğan’a alternatif oluşturmadığını iyi bilmektedir. En azından gelecek seçimlerde. Sabah gazetesinde Soli Özel’in belirttiği gibi Baykal’ın CHP’si daha fazla Baasçı partilere benzemektedir ve Erdoğan siyasi sahnede daha liberal bir görüntü çizmektedir. Baykal bir noktada haklıdır: Baykal 30 yıldır aynıdır fakat Türkiye 30 yıl önceki Türkiye değildir. Bugünün Türkiye’si ve Baykal’ın CHP’sinin görüşleri farklıdır ve bana göre Baykal bu bakımdan ikinci bir değişim yaşamalıdır.
Son üç yılda Başbakan Erdoğan, onu reformcu bir siyasetçi kategorisine sokan bir imaj sergiledi. Artık o, Hikmetyar’ın yanında oturan kişi değildir. O, Türkiye’yi liberal, muhafazakar, reformcu, Müslüman, hoşgörülü ve demokratik gösteren bir siyasetçidir. Bu kesinlikle Türk toplumunu yansıtır ve onun, Türk ulusu tarafından bu tanımlama nedeniyle seçilmesi bir sürpriz değildir. Türkiye hızla değişen ve gelişen bir toplumdur ve neden siyasetçileri de değişip gelişmesinler? Meclis’teki tartışmalar nispeten kibar ve medeniydi. Avrupa Birliği teşebbüsü Erdoğan’a aynı zamanda farklı görüş ve fikirleri kabul etmeyi öğretmiştir. Türkiye’nin başbakanı olarak bu kolay bir şey değildir ve aslında Erdoğan bu kadar kötü görünmemektedir; tam tersine geçmişini çok iyi düşünmektedir.