İnsan Olma -19 Paparazzi

Şurda biz bizeyiz, kim sevmez dedikoduyu?
Dedikoduyu yaratan insanın merak dürtüsü değil mi?
Merak nedir? Bilinmezi bilme isteği. Gizli kapaklı işleri, üstü örtülü olayları merak etmek.
Kimmiş, kiminle, ne yapmış, ne zamanmış, neredeymiş, ne almış, kaça almış gibi bir sürü sorular aklımızı kurcalar.
Dedikodu deyip geçmemek gerekiyor. İyi bakılırsa dedikodu dayı, bir toplumun insanlarının yaşadıklarını, yaşayamadıklarını, değer yargılarını, gizli isteklerini, yasaklarını, tabularını göstermiyor mu?
Kısacası dedikodu dediğim olgunun üzerine kurulmuş gazeteler, dergiler, kitaplar yok mu? Dedikodu yazarları denilen, hem de yazdıkları, yazdıklarının çok okunan yazarlar yok mu?
Erkeklere göre kadınlar dedikoducudur. Kadınlar da erkeklerin çok dedikoducu olduğunu söyler. İyi de çocuklar dedikoducu değil mi?
Dedikodu, öğrendiği gizli bir şeyi başkasına söylemekse, kim bunun dışında kalabilir, hem neden kalsın?
Toplumbilimciler dedikodunun, insanın toplumla ilgilenmesinin belirtisi olduğunu söylüyorlar. Öyle ya, merak etmeyen, kimseyle ilgilenmeyen, ne olup biteni öğrenmek istemeyen günümüz insanın toplumla ilgisi ne ki?
Hem merak dürtüsü zekanın bir belirtisi değil mi?
Öyleyse dedikoduyu neden yeriyoruz?
Beklide dedikodu bize de yönelebilir bir tehdit de ondan. Başkalarını ballandıra, ballandıra anlatırız da kendimizle ilgili olana öfkeleniriz. Kime ya benim davranışım, benim hayatım, beni ilgilendirir, o kendi hayatını düzene koysun ilk önce de sonra kalksın başkalarını konuşsun sinirlenir daha da ileri gidip terbiyesiz, görgüsüz, ahlaksız gibi yakıştırmalarla yargılarız.
…….
Bir gün çarşıda gezinirken yakışıklı bir gençle ayaküstü güzel, neşeli bir konuşma yapıyorduk. Yanımda ki arkadaş biraz rahatsız olmuş ki, fısıldayarak her kez bize bakıyor reklam olduk, dedikodumuzu yapacaklar. Verdik şimdi milletin ağzına sakızı bol, bol çiğneyip durular diyerek karşılaşmamızdan rahatsızlığını belirtti..
Nerde o günler? dedim. Çoktandır genç ve yakışıklı bir beyle dedikodum yapılmamıştı. Ben dedikodumun yapılmasından değil, yapılmamasından korkarım. Aman dedikodumuz yapılsın çok memnun olurum… gülüştük. İnsanın hayatta olmasının belirtileridir, ufak – tefek dedikodularla anımsanmak, hatırlanmak… her kes aslında herkesi tanıyor kimin nerden ne yayıp yapamayacağını takdir eder. Edemeyene de lafım olmaz o duyduğuna körü körüne inansın hiç te önemli değil canımı da sıkmam…
Dedikoduların en sevilenin başında erkek – kadın ilişkileri gelir.
“Kim kiminle ne yapıyormuş?”
Oysa şöyle bir düşünsek, ne yapacaklar? En çoğu, herkesin bileceği şeyleri, herkesin düşüneceği şeyleri değimli? Neden merak ederiz bunu? Anlamış değilim adam sende, git işine bana ne demeyiz dinleriz pür dikkat daha ne duyacağız diye… Oysaki kimse iki kişinin arasında ne geçtiğini kimse bilmez tahmin ederler ve anlatırlar, buda tam bilgi olmaz genelde de yalandır, doğruyu bilmeleri için gizli kamera yerleştirmeleri gerekir ki buna da kimse cesaret edemez hem de neden yapsın değil mi?
Yalan veya yanlış olduğunu baştan bildiğimiz ama vazgeçemediğimiz merak niye diye de düşünmedim olmadı sanmayın. Belki de, gizli isteklerimizi, engellenmiş dürtülerimizi böyle doyururuz da ondan olabilirlik olasılığı aklıma geliyor.
Pornografiyi düşünelim. Cinsel ilişkilerin açık – saçık, iç gıcıklayıcı pozisyonlarının gösterildiği filmleri, yazıları…
Fırankfut’a 74 yılında gitmiştim. Porno filmlerini henüz görmediğim yıllardı. Frankfurt’un ünlü caddesi Kaıser str. Frankfurt tren istasyonun ön tarafında ki orta ama giriş kapısının dik istikamet şehir merkezine uzanan oldukça geniş ve uzun bir cadde. Ortasından geliş – gidiş tranvay yolu gene geliş – gidiş çift şerit araç yolu ve yanlarda araçların durabilmeleri için park saati bulunan ücretli park yerleri ve geniş kaldırımlarıyla en pahalı semtlerden biri. O zamanlar şehirde yaşayanların sayısı yaklaşık 400 bin civarı, günlük Frankfurt’a gelen ziyaretçiler ise bir milyonun üstü tüm bankalar, bu cadde üzerinde ve hatta meşhur Frankfurter Hof oteli dahil, gelen ziyaretçilerin her isteğine cevap verecek deri ve kürk olmak üzere tüm muhteşemliği ile süslü vitrinleri yerlerini almışlar. Diğer dükkanlar… ise pip schov, sexkino (sinema) ve cinsellikle ilgili ne arasan bulunabilecek alış veriş yerleri tüm dükkanlar ve bazı binaların üst katları pansiyon ve tabiî ki müşteri avcılar yarı çıplak bu cadde de volta atıyorlar. Ben pip schow a girmedim giren arkadaşlardan duyuma göre,canlı bayanların eyrotik hareket yaptıklarını söylediler. Bazı dükkanlarda 10 veya daha fazlası makine var, bunlara da beş dakikalık bir gösteriye bir mark atarak seyredebilinen porno filimlerinden …. Oluşan binalar.
Porno filmi oynatan sinemalardan birine gittim. Hem filmi merak ediyorum, hem de kimlerin görme istediğini merak ediyordum. Film gerçekten de ustaca çekilmişti. Salona göz gezdirdim, fazla kalabalık değildi. Yaşlılar çoğunluktaydı, gençlerin ise çoğu yabancı gençlerden oluşmuş bayan yok denecek kadar azdı. Film gösterimi sürekliydi. Birkaç filmden sonra sıkıldım. Kısa filimler gün boyu aralıksız devam ederken, gene gün boyu giren – çıkan sayısız.
İster istemez oraya gelenleri düşündüm, doyumsuzluklarından mı geliyorlardı. Yoksa artık azalmış cinsel güçlerinin değişik tahriklerin gereksinmesi mi vardı. Beklide henüz biriyle ilişki kuramamış kapalı gençler mi. veya benim gibi merak ederek gelenler mi?
Almanya, cinsel ilişkilerin oldukça rahat yürütüldüğü bir ülkeydi. Bir erkekle bir kadının birbirlerinden hoşlanmaları, her hangi bir devamlılık veya menfaat çıkar gütmeden o anlık ilişki için yeterli olabilir, genelde memnun kalınmışsa beyindeki düşünce iyi bir aparatif aldım.
Kimse de kimin ne yaptığını merak etmiyordu. İnsan kendi de yaptığı şeyleri neden başkasında merak etsin ki?
Ama biz, cinsel bilgilerimizi arkadaşlar arasındaki dedikodulardan öğrenmemiş miydik?
Bir arada oturup ne yapılıyor, nasıl yapılıyor, sen biliyor musun, yapan var mıdır türünden sözler ilk cinsellik bilgilerimizin kaynağı değil miydi?
Bu dürtüler yüzünden ne yalanlar söylenmiştir, ne öyküler uydurulmuştur, ne kıskançlıklar yaratılmıştır, kim bilir?
1970 li yıllarında Edirne saraçlar caddesi. Ali Paşa çarşısının arkasında ki Ayvazoğlu sinemasının afişini, Ticaret odasının yanındaki Ferudun’un duvarında görmüştüm. Helga diye bir film, filmin afişleri açık- saçık yerler olduğunu düşündürüyordu. Merak buya bende gittim. Salon kızlı erkekli gençlerle doluydu.
Filmin öncesi birkaç cesaretli genç erkekler yüksek sesle konuşuyor, birbirlerine üstü örtülü
Kışkırtıcı sözler söylüyorlardı. Kızlar meraklı bir suskunluk içindeydi.
Film başlayınca anlaşıldı ki bu bir eğitim filmiydi. Helga gebe bir kadındı, hamileliği süresinde doktora gidiyor, beslenmesi düzenleniyor ve jimnastik yapıyordu.
Derken sıra, annenin karnındaki ceninin gösterilmesine geldi. Genç kızlar büyük bir ciddiyetle filmi izliyorlar. Filmi genç erkeklerde büyük bir ciddiyetle izliyorlardı.
İşte böyle bir filmi, rastlantısal olarak kızlı erkekli bir kalabalık tarafından izleniyordu sonuç da çok olumluydu.
Salon boşalırken, genç kızların yüzünde yaşayacakları önemli bir olayı öğrenen, genç erkeklerin yüzlerinde de yaşanan bu olaya saygı duyan ifadeler görmüştüm. Pornoyla bu film arasında yapay olanla gerçek arasındaki farkı gördüm.

Dedikodunun bir kültür olayı olduğunu düşünmüyorum.
Keşke diye düşünüyorum, dedikodunun temelindeki yatan merak dürtüsünü iyi kullanabilsek. Bu dürtüyü, o ne yapmış, bu neredeymiş? Basitliğinden kurtararak sanata çevirebilsek, insanın o eşsiz akıl gücünü, insanın o doymaz ilgisini, insanın o sonsuz merakını sanatın, bilimin bitmez tükenmez kaynaklarına çevirebilsek nasıl olur, mesela…
Madam Bovary ne yapmıştı merak etmez misiniz?
Ayrı bir dünya neymiş merak etmez misiniz?
Katerina Blum’un çiğnenen onuru neymiş merak etmez misiniz?
Dedikodu meraklıları, bitmez tükenmez tutkularıyla tiyatrolara koşacaklar, sinemalara koşacaklar, kitapçıları gezip imza günlerini kovalayacaklar, televizyonda kadın programlarını izleyecekler ki bir araya geldiğinde magazinden konuşacak malzeme ellerinde hazır olsun. Yoksa cahil ve gündem dışı kalırlar, ah bu dünya dedikoduları…
Aslında hepimiz dedikoducuyuz, sadece ölçeğimiz farklı. Kimimiz sadece kendi dedikodusunu yapıyor, kimimiz mahallesinden çıkamıyor, entel takılanlarımız dünyadan olup biteni okuduklarını, duyduklarını veya gezip gördüklerini sergiliyor, desinler evrensel çok kültürlü bilgili insan… Bilimsel bir tartışmadan her kez kaçar, kendisinin yeterli olmadığını bilir ama dinlemeyi, bilgilenmeyi de sevmez.
Ben sizinde dünya dedikoducularından olmanızı istiyorum. İnsanın kendisinde kalması tıkanmadır, İnsanların dar çevrede kalması sıkıntıdır, bu tür davranış dünya değildir, dünyacılıktır açılmak gerek.
Oysa siz zekisiniz (biliyorum) meraklısınız, ilgilisiniz. Bu zekayı, bu merakı, bu ilgiyi dünya ölçeğinde büyütün.
Örneğin Çevre kirliliği, buzulların erimesi, gök taşı ne zaman düşecek, gezegenler nasıl hareket ediyor, kutup ayılarına ne olacak, nesli tehlikede olan hayvan türleri hangileri, bunu önlemek için ne yapılabilinir, dinazorlar kaç yıldır yok aslında dedikodu yapılacak çok şey var. Uzaylılar gerçek mi, zaman saati ciddi, ciddi denenecek mi, sonuç ne olabilir gibi bizi hem oyalayacak hem de genel kültür zenginliği edinmiş olmak daha da mutluluk verir insana.

Size neyi anlatmak istediğimi biliyorsunuz, değeriniz budur, ben biliyorum, sizinde kendi değerinizi bilmenizi istedim…